12 Martta yazmıştım: İktidarın İstanbul Sözleşmesini kaldırmak için arada sırada nabız yokladığı biliniyor. İstanbul Sözleşmesi laiklik ve birey hakkı demektir. Oysa iktidarı destekleyen tarikatlar, eğitimi teokratik düzeye götürmeye çabalayan kesimler farklı bir düzen istiyor.
Bir hafta sonra 19 Martta Türkiye Cumhurbaşkanı kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesinden çekildi.
Yandaşlar “İstanbul Sözleşmesi feshedildi” filan diye koysun, sözleşme orada duruyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 121. Toplantısında kabul edilen ve 11 Mayıs 2011’de imzalanan Sözleşmeden söz ediyoruz. Komiteye Türkiye ev sahipliği yaptı. Toplantı İstanbul’da yapıldığı için “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin kısa adı İstanbul Sözleşmesi oldu. Türkiye bunu aynı gün imzaladı ve 2014’te yürürlüğe girmesini taahhüt etti. Erdoğan büyük mutlulukla bir tweet attı, şöyle dedi;
“Kadına şiddet artık ‘insan hakları ihlali’. Sözleşme Türkiye’nin öncülüğünde hazırlandı”
2011-2014-2021. On yıl önce imzala, yürürlüğünün yedinci yılında çark et, haydi bana eyvallah de.
Bu davranış saygın bir devletin tutumuyla bağdaşmıyor. Bazı parti yetkilileri ve yandaş basın diyor ki; Türkiye egemen devlettir, istediği anlaşmaya girer, istemediğinden ayrılır.
Tabii ki doğru. Egemen bir devlet olarak istediğimiz anlaşmayı imzalarız, istemediğimiz anlaşmaya katılmayız. Oysa konu, kendi hazırladığını iddia ettiği bir sözleşmeye önce imza atıp, başkalarına da attırıp, sonra caymak. Peki bu ne demek?
Tabii ki bunun bir nedeni var?
Aynı zaman dilimi içinde, İstanbul Sözleşmesinin yanı sıra, profesör ünvanlı bir imamın devlet adına konuşması, şeriat istemesi, faize karşı çıkması, milletvekilliği görevinin düşürülmesi, TBMM içinden polis marifetiyle çıkartılıp adliyeye götürülmesi, Berat Albayrak’ın atadığı Merkez Bankası başkanının yerine gelen başkanın 4 buçuk ay sonra görevden alınıp Beratçı birisinin getirilmesi, Gezi Parkı’nın projesini yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mülkiyetinden vakıflara devredilmesi… Önceden hazırlanmış büyük bir eylem planı yürürlüğe girdi.
AKP yedinci kongresinde ortaya atılan yeni Anayasa çalışması ile de kamuoyunu başka başka tartışmalara çekerek seçime kadar yürüyecek bir kaos ortamına doğru gidiyoruz.
Kongrede Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üye sayısının 50’den 75’e çıkarıldı. Ek bir genel başkan vekili makamı daha yaratılması ile de parti içinde direnişe engel olunmaya çalışılıyor. Genel başkan vekilleri de birbirine paralel çalışmaktan hoşlanmayan kanatlardan oldu, Binali Yıldırım ve Numan Kurtulmuş. Birbirlerinden kurtulamadılar bir türlü.
Bakanlıkların, devlet kurumlarının farklı tarikatlara tesliminden sonra, görünen odur ki MKYK’da da böyle bir dengeyi görebileceğiz.
Hedef, her ne pahasına olursa olsun bir sonraki başkanlık seçimini kazanmaktır