Sizi bilmem ama ben başkalarının hayatlarını her zaman merak etmişimdir. Yaşama biçimleri nasıldır, ne yer ne içerler, birilerini severler mi, sevinçlerini ve hüzünlerini nasıl belli ederler, nelerden nefret ederler, yorulunca ne yaparlar filan… Kendimi bütün bütüne hikâye yazmaya hasrettiğim 90’lı yıllarda evimin balkonunda otururken aşağıdaki yoldan gelip geçen hemen herkes için kendimce bir hikâye uydururdum. Benim için kimi emekli müfettiş, kimi aşk dilencisi, kimi aptal, kimi mutsuz bir evliliğin çemberinde dolanıp duran, kimi aldatan, kimi mutaassıp görünümlü anasının gözü, kimi yaşamaktan yorgun düşmüş, kimi yazdığı üç beş kıytırık dize ile kendini şair sanan zavallı, kimi nişanlı, kimi sevgili, kimi kimi kimi…
İyi ki vardılar. İyi ki hâlâ varlar. Onlar olmasa o kadar roman, hikâye, şiir nasıl yazılır! Birkaç roman yazıp yayımladıktan sonra ortalıktan kaybolan eski bir tanıdığım için roman yazmak, başkalarının hayatlarına sarkmaktı. Yani, derdi, kendi elinizle hayatlar yaratıp o hayatlara sarkıyorsunuz, hepsi bu.
Günlerden bir gün Tarık Dursun K.’nın balkonunda oturur sohbet ederken bana yoldan Nergis istasyonuna doğru yorgun adımlarla giden temizlikçi kadınları göstermiş ve şöyle demişti: “Sabah trenden indiklerindeki neşelerini görsen şaşarsın; kahkahalar, birbirleriyle şakalaşmalar… Şimdi bak, hiçbiri konuşmuyor. Yorgunluktan ne neşe kalmış, ne yaşama arzusu.”
Tarık Dursun K. ile demiryolu boyu Karşıyaka çarşısına doğru yürürken karşımızdan gelen bazıları için de hikâyeler uydururduk. Özellikle Tarık Dursun K.! Bak, derdi, şu karşıdan gelen bence çok mutsuz bir evlilik yapmış, yıllardır postu süren biri. Az sonra başka biri için, “Şu var ya şu, kesinlikle müteahhit. Öteki, şu esmer olanı, o bana kalırsa kalleşin teki. Kaldırımdaki şu ihtiyarı sorarsan, emekli banka müdürü. Şimdi eskide kalmış yüksek itibarlı günlerini hatırlıyor.
Kulağıma geldiydi: Merhum Dinçer Sezgin Buca ya da Bornova taraflarında bir yaşlı bakımevine gidip kayıt koşullarını öğrenmek istemiş. Görüşme bittikten sonra çıkıp bakımevine dışarıdan şöyle bir bakmış. Bakımevinin pencere kenarlarında bir tane olsun saksı çiçeği göremeyince o bakımevine gitmekten vazgeçmiş. Bunu duyar duymaz Tarık Dursun K.’ya anlattım. Sabırla dinledikten sonra, “Bak işte,” dedi, “bu adam hikâyeci.”
Bana gelince: Geçenlerde, emekli bir Türkçe öğretmeni olan dostum İZ’deki yazılarıma atfen, “Hep edebiyat” dedi, “hiç siyasete dokunmuyorsun.” İZ’de güncel politikayı izleyip yorumlayan birçok yazar var; ben onlar gibi yazamam. Benim sınırlarım ve tat aldığım tek konu, edebiyat… Sabah akşam edebiyat konuşsam doymam. Hele söz kitaplardan açılsın, başkalarının hayatlarına öyle bir sarkarım ki, sormayın gitsin!