Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Rektörü ve eski AKP İzmir Milletvekili Nükhet Hotar, ‘akademisyenlere mobbing’, ‘adrese teslim kadro ilanları’, ‘medyaya baskı’, ‘yasa dışı ilişkiler’ gibi pek çok tartışma ve iddialarla dolu 4 yılın ardından yeniden Cumhurbaşkanı kararıyla DEÜ’ye rektör olarak atandı.

Bu atamanın DEÜ’de ne yazık ki devam ettireceği zararları; siyasi rolü dışında bir görev yapmayan, üniversite bileşenlerinin sorunlarına kulak tıkayan, hukuksuzluklara sus pus kalan YÖK’ü de çok yakından ilgilendiren 2 örnekle anlatacağım…

***

TİP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil, DEÜ Rektörlüğü hakkındaki iddialara yönelik Milli Eğitim Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle 6 soruluk bir önerge verdi… Bir soruda; Rektörlüğe karşı kaç tane şikâyet, ihbar ve savcılık soruşturması talebi olduğunu sordu… (https://www2.tbmm.gov.tr/d27/7/7-61022s.pdf)

Önergeye gelen YÖK yanıtında; çeşitli tarihlerde 50 adet şikâyet dilekçesinin olduğu, bunların 45’inin incelemesinin tamamlanıp yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı, 5 adet incelemenin ise hâlâ devam ettiği ve 1 adet de ceza soruşturmasının olduğu belirtildi… (https://www2.tbmm.gov.tr/d27/7/7-61022sgc.pdf)

Ancak YÖK’ün ‘İşlem yapacak bir şey bulamadık’ dediği 45 dilekçenin birçoğunda şikâyetçilerin bireysel davalar açtığı biliniyor… Bunlardan biri, geçtiğimiz haftalarda “YÖK’e yargı ayarı” şeklindeki başlıklarla medyaya da yansıdı…

Öyle ki DEÜ Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bilgin Çelik, üniversitedeki çeşitli işlemlerde hukuka aykırılıklar olduğu ve kendisine yönelik disiplin cezalarının mobbinge dönüştüğü gerekçesiyle YÖK’e başvurdu. 

YÖK, “İşlem yapılmasına gerek yoktur” kararı verdi...

Ankara 11. İdare Mahkemesi ise öğretim üyesi Çelik’in iddialarının araştırılması gerektiğini, şikâyette haklı şüphelerin olduğunu, mobbing emarelerinin bulunduğunu belirterek YÖK’ün kararını iptal etti.

***

Benzer başka bir örneği ise DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Yavuz Yükselsin ile birlikte fakültenin taşınmasına karşı net duran diğer öğretim üyeleri yaşadı.

Hedefe alınan akademisyenlere rektörlüğün baskısıyla verilen kademe ilerlemesinin durdurulması cezaları ile maaş kesme cezaları mahkemeler tarafından bir bir iptal ediliyor… Akademisyenlerin ifade özgürlüklerinin kısıtlandığı da böylece kanıtlanmış oluyor…

***

Geçtiğimiz günlerde de 2019 yılından bu yana ‘aynı soruşturmadan’ 3 kez ceza verilen Prof. Dr. İbrahim Yavuz Yükselsin’in son cezası, Eğitim-Sen avukatlarının mücadelesiyle İzmir 4. İdare Mahkemesi tarafından ‘esastan’ iptal edildi.

Sonucun aslında ‘en baştan’ böyle olması gerekiyordu…

Çünkü soruşturmaların da ‘en baştan’ ceza verilmek amacıyla açıldığı ve tanıkların bile dinlenmeye gerek görülmediği, alelacele kararlar alındığı herkes tarafından biliniyordu…

Kaldı ki Üniversite Disiplin Kurulu’nun verdiği cezalar, mahkemeler tarafından iptal edilmesine ve istinaf süreci işlemesine rağmen davanın kesinleşmesi beklenmeden baskıyla bu kez Fakülte Disiplin Kurulu tarafından veriliyordu… Fakülte Disiplin Kurulu’nun verdiği cezalar da iptal ediliyordu ama üyeler mükerrer işlem yapmaktan da geri durmuyordu…

***

Ancak son iptal kararında bir kez daha gördük ki; demokratik hukuk devletlerinde hiç kimse düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamazdı…

Ve yine gördük ki; kararda da belirtildiği üzere eleştiri ve protesto sınırlarını aşmayan, başkalarının hak ve özgürlüklerine müdahalede bulunmayan, kamu hizmetinin yürütülmesine engel olmayan Sayın Yükselsin’in özellikle hedefe alınması bir korkunun eseriydi…

O korkunun sebebi de meslek yaşamının hiçbir döneminde geri adım atmayan, yasal ve meşru mücadelelerini yalnızca eğitimin, sanatın, bilimin zarara uğramaması için yapan akademisyenlerdi…

***

O yüzden de şimdi bu korku iklimine karşı bize çok daha büyük görevler düşüyor:

Siyasi iktidarlar, YÖK’ü üniversiteleri dize getirme aracı olarak kullanmaya devam edecek ama biz daha çok yazacağız…

Rektörler, adrese teslim ilanlarla kadrolaşacak, belki daha da otoriterleşecek ama biz daha çok yazacağız…

Üniversitelerin niteliği daha da aşağı çekilecek, bilimsel özgürlükler kısıtlanacak ama biz daha çok yazacağız…

Akademisyenlere, öğrencilere, idari ve teknik personellere daha çok mobbing uygulanacak ama biz daha çok yazacağız…

Birileri dilediği gibi at koştursun diye üniversitelerin başına siyasi atamalar yapılacak, YÖK usulsüzlüklere sessiz kalacak ama biz daha çok yazacağız…

Özetle; üniversiteler akademik özgürlüğün, düşünce ve ifade özgürlüğünün ana unsurları olana kadar biz yazmaya devam edeceğiz…