Hepimizin farklı fikirleri var. Hayata bakış açımız, yaşam biçimimiz farklı. Sorunları algılama ve çözüm konusundaki yaklaşımlarımız da farklı. Tüm bu farklılıklarımıza rağmen ortak değerlerimiz, hayattan benzer beklentilerimiz var. Farklı olduğumuz yanlar kadar ve belki de daha çok benzer yanlarımız var.
Ortak noktalarımızın başında temel hak ve özgürlüklerimiz geliyor. Hepimiz sadece insan olduğumuz için hak ve özgürlüklere sahibiz. Hepimiz aynı temel haklara sahip olduğumuza göre birbirimizle en azından haklar temelinde eşitiz. Fakat insan doğuştan var olan hak ve özgürlüklerini gerçek hayatta kullanamıyorsa bu haklara sahip olmasının anlamı yok. O nedenle sahip olduğumuz ancak hayatımızda yeterince var olmayan haklarımız için mücadele etmeliyiz. Sahip olduğu hakları kullanabilenler de bu mücadeleye katılmalı. Peki ama neden? Sahip olduğu hakları kullanabilen birisi haklarını kullanamayanların derdini neden dert edinsin?
Aslında bu sorunun cevabı açık. Herkes tüm haklarını en iyi şekilde kullanmadıkça hiçbirimiz haklarımızı tam olarak kullanacak durumda olmayacağız. Örneğin kadınlar özgür olmadıkça erkekler özgür olmayacak. Herkes ırkı, dini, mezhebi ne olursa olsun eşit olmadıkça baskın durumdaki ırka, dine veya mezhebe sahip olanlar da eşit haklara sahip olmayacak. Tüm çalışanlar haklarını alıp refaha erip mutlu bir toplumun ferdi olmadıkça onları çalıştıranlar da mutlu bir toplumda yaşıyor olmayacaklar. Birisinin diğerini ezdiği yerde, ezeni de ezen biri mutlaka var olacak.
Hal böyle olunca birimizin derdi hepimizin derdi haline geliyor. Tüm farklı bakış açılarımıza, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıklarımıza rağmen birimizin sorunu aslında hepimizin sorunu. Bu nedenle sorunlarımızı düşünürken, konuşurken ve çözmeye çalışırken başkalarıyla, bizimle aynı fikirde olmayanlarla etkileşim ve dayanışma içinde olmak zorunlu hale geliyor.
Günümüz dünyası hemen her alanda kutuplaşmaya, birbirine karşı tahammülsüzleşmeye, öteki görmeye, kendi dışındaki her şeyi değersizleştirmeye yöneliyor. Siyasette, sanatta, toplumsal yaşamda ve bireysel ilişkilerde giderek derinleşen bu yönelim kendisini üstün bir konumda konumlandıran için başlangıçta rahatlatıcı veya kazandırıcı görünebilir. Oysa kutuplaşmanın var olduğu bir hayatın kazananı olamaz. Çünkü yeryüzünde hayat bir grup insan için cehennemken diğerleri için cennet olamaz. Dünyamız, ülkelerimiz ve şehirlerimiz cennet ile cehennemi birbirini etkilemeyecek kadar uzakta tutacak büyüklükte değil. Tüm farklılıklarımıza rağmen daha iyi bir dünya için dayanışma göstermedikçe hayat hepimiz için kötüye gidecek.
2020 yılında yaşadığımız birçok olay dayanışmanın önemini daha açık şekilde ortaya koydu. Sadece kendimizi, içinde bulunduğumuz grubu kurtarmanın yetmediğini zaten bu kurtarma işini de tek başımıza yapamayacağımızı gösteren olaylarla dolu bir yıl oldu.
Korona virüsünün yayılması küresel bir hale gelince sadece kendimizi virüsten kurtarmanın yetmeyeceğini gördük mesela. Virüsün sınırları, ırk, din ve mezhep farklılıklarını tanımadan her insana bulaşabildiğini, virüsle hep birlikte ve dayanışmayla mücadele etmemiz gerektiğini anladık.
Hukuk ve adalet bakımından da zor bir yıl oldu. Siyasi iktidarın her şeyi kapsamaya, belirlemeye ve kendi istediği şekilde yönetmeye dair arzularını gemlemesi gereken yargıyı tümüyle etkisizleştirme çabalarının arttığı bir yıl yaşadık. Hukukun üstün, yargının bağımsız, yargıçların güvenceli olmadığı bir ortamda kimsenin, bugün kendini güçlü hissedenlerin dahi nefes alamayacağını gördük. Hukuksuzluğun hepimiz için yakıcı bir sorun olduğunu, kendimizi şimdi rahat hissetsek de gelecekte rahat hissedemeyeceğimizi bir kez daha anladık. Bu nedenle yargı bağımsızlığına yönelik en etkin saldırılardan birisi olan barolara yönelik düzenlemelere toplumun farklı kesimleri ve barolar karşı çıktı. Düzenlemeye karış çıkan baroların yöneticileri de avukatlar da aynı siyasi görüşte değillerdi. Ama dayanışmayla hareket ettiler. Birbirlerine karşı farklılıklarını koruyarak, doğru bildikleri amaç uğruna birlikte mücadele etmeyi, birlikte yol yürümeyi, polis barikatları ardında dirençle durmayı başardılar. Bu dayanışma sayesinde, yasa değişikliği yapılmış olsa da düzenleme toplumda meşru görülmedi ve “paralel barolar” istenen etkinliği kuramadı. Şimdi salgın bahanesiyle baro genel kurulları ertelenerek TBB’nin meslek kamuoyunda meşruiyetini yitirmiş yönetimine zaman kazandırılmaya çalışıyor.
Kadına yönelik şiddet, çocukların cinsel istismardan korunması konularında da toplumun farklı kesimleri dayanışma gösterebildi. Bu dayanışma ve kararlılık sayesinde; çocuklara cinsel istismarda bulunan kişilerin mağdur çocukla evlendirilerek cezadan kurtulmasını içeren düzenlemeler Meclis’ten geçemedi.
İzmir’de yaşanan deprem sonrasında da benzer durumla karşılaştık. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri salgın nedeniyle yaptığı çalışmalarda, toplumun her kesimiyle gösterdiği dayanışmayı deprem sonrası daha da büyüttü. Merkezi iktidarın her türlü yok sayma çabasına rağmen iktidarı da birlikte çalışmanın içine çekti. Siyasi iktidarla arasındaki farklılıkları, kendi bakış açısını ve yöntemlerini koruyarak şehrin yararına olan çalışmaları yürüttü. Siyasetin kutuplaştırma üzerine yapılmasını isteyen dile ve yönteme teslim olmadan, kapsayıcı bir dille, herkesle dayanışma göstererek sorunları çözmeye çalıştı.
Yaşadığımız tüm bu deneyimler bize birlikte hareket etmemiz gerektiğini gösteriyor. Daha iyi bir dünyada yaşamak, kimseyi ötekileştirmeden özgür, refah içinde, üreten ve ürettiğini hakça bölüşen bir toplum yaratmak isteyen herkes bir araya gelmeli. Farklılıklarımızı koruyarak, farklı yönlerimizi bilerek ve saygı göstererek bir araya gelebiliriz. Görüş ayrılıklarımızı değil hemfikir olduğumuz şeyleri öne çıkararak dayanışma içinde çalışabiliriz. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizi de, hukuk ve demokrasi krizini de aynı dayanışmayla aşabiliriz. Siyasi iktidarın dayattığı kutuplaşmaya teslim olmadan, bu ülkede yaşan herkesin daha özgür, daha güvenceleri ve daha müreffeh bir hayatı hak ettiğine inanarak birlik olabiliriz.
Demokratik parlamenter sistemi yeniden inşa etmek, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını sağlamak, yoksulluğu yenmek için gerçek adımlar atmak, ekonomik krizin içinden çıkmak, sürdürülebilir üretimi, hakça bölüşümü sağlamak için bu amaçta bir olduğumuz herkesle dayanışma göstermeliyiz.
Neyi başaracaksak birlikte başaracağız.