Güzel bir haber aldın… İşle ilgili diyelim…
Sonunda içine sinen bir manitan oldu ya da…
Uzun zamandır sonuçlanmasını beklediğin düğüm düğüm olmuş miraslık bir iş çözüldü mesela…
Derler ki herkese anlatma…
Tamamlanmadan kimseye söyleme…
Enerjisi dağılır. Bozulur.
En eski inançla; nazara, göze gelir…
Biraz ketum bir parça soğuk bir ruhsan bu inanışa kolayca uyum sağlarsın.
Ama benim gibi gözündeki yaşı, elindeki aşı, kalbine her oturan taşı illa ki paylaşmak isteyen biri isen her seferinde duvara tosluyorsun.
Buna batıl inanç demeyin. Defalarca yaşadım. En oldu dediğim işlerimin müjdesini sözde beni sevenlere verince tepe taklak oldu.
Elimde, kalbimde patladı.
Ama bundan hiç vazgeçmedim. Çünkü ben böyle yaşamayı seçiyorum. İnsanları sevmeyi, insanlara güvenmeyi, başıma gelen her güzelliği, müjdeli haberi paylaşacak birileri yoksa o muştunun ne önemi var ki…
Keşfettiğim o şarkıyı tek başıma dinlememin, ciğerime dokunan o filmi tek başıma izlememin, yeni tanıştığım o insanın deniz derya bilgisine hayran olmamım bir başıma bir yanı eksik…
O şarkıyı dinletmem, o filmi izletmem, o insanı tanıştırmam lazım…
Benim tanık olduğum ve başıma gelen her iyiliği güzelliği paylaşmam lazım.
***
Bu dünyaya geldim gidiyorum, bu huyumdan hiç vaz geçmedim ve hep kaybettim.
Bakın en son salaklığıma siz de şahitsiniz.
Sizinle paylaştım hatırlarsanız. Dedim ki b.k gibi bir dönemden geçtim ama artık her şey düzeldi.
En önemlisi işime tekrar sahip çıktım.
Artık düzenli yazıyorum ve yazacağım…
Dedim.
Bunu yazdıktan sonra sizden öyle güzel geri dönüşler aldım ki…
Ve bunları herkese öyle sevinçle anlattım ki!
Sadece işimle ilgili değil…
Hani uçurumdan don gömlek yuvarlandığımız bir dönem olur ya… İşte üç dört yıl süren o dönemden sağ salim çıkıp, ayağa kalkıp, omuzlarımdaki tozu topacı silkip her şeye baştan başladığım bir dönemden çıkmıştım.
Ve b.k varmış gibi herkese bunu anlattım.
Ajitasyona girmeyeyim ama gerçekten tek başıma çok şeyi hallettim. Maddi manevi… Kendimle gurur duydum. Zannettim ki o paylaştıklarım da bana aferin diyecek…
Ama yine 90’dan gol yedim….
Canım okur dostum, ister inan ister inanma… Adına ister nazar de, ister kenafir göz :)
Ama var karanlık enerji sahibi insanlar.
***
Ben bir ters geldim! Öyle böyle değil bak…
Her şey biz insanlar için… Tolere edemeyeceğim çok az şey var bu hayatta. Ama aptal yerine konmak, ben bu kadar şeffaf yaşarken benden bir şeylerin saklanması asla affedemeyeceğim davranış şekli…
İlk gol oradan geldi… Çok sevdiğim güvendiğim bir dostumdan…
Sonra o ruh haliyle ben çok kıymetli bir arkadaşımı istemeden üzdüm…
Ben üzülünce, kırılınca öfkesini nereden çıkaracağı belli olmayan bir ‘Aslan’a dönüşüyorum.
O ara sosyal medyada bir yazımdan ötürü linç yiyordum. Gittim ciğeri beş para etmez bir fake hesabı ısırdım, paramparça ettim. Kendi itibarımla birlikte…
Ben tahrik edilince dönüp arkasını gidecek yüksek bir ruh değilim.
Düşüyorum o tuzağa… Büyük düştüm.
Sonra kendime küstüm.
Ardından beni ve yaşadığım sokağı 11 yıldır canı pahasına koruyan,sizin için sokak köpeği benim için tam bir Jeanne d’Arc olan Ayten’im taklaya geldi. Şu anda olabilecek en güvenli yerde, Pegasos Hayvan Hastanesinde… Derdi büyük yolumuz uzun.
Ayten’i 25 yıllık dostlarım veteriner hekim Rauf Tünay ve Aziz Azizoğlu’na gönderdikten sonra 14 saat hiç durmadan ağladım.
Gözlerim üç gün açılmadı.
O 14 saatlik göz yaşı sadece Ayten için değil, o zor geçen 4 yılın tüm kayıpları ve bu hayatın beni Sait Onbaşı yalnızlığına ve gücüne zorunlu kılmasına aktı sanırım.
***
Bak kaç hafta geçti. Kendimde yazı yazma, sizinle dertleşme gücünü yeni buldum.
Ki emin de değilim… Kendimi anlatabildim mi?
Yeter artık tekrar ayağa kalkacak gücüm yok demiştim ama…
Nerede o lüks!
Haydi bakalım… Yıkılmak var enkaz haline gelmek yok…
Yara bere içinde doğruldum… En büyük gücüm sensin; okur dostum!