Bu memlekette erkeklerin günahı kadınlara yazılırdı. Ve ne zaman bir erkek bir kadına rezillik yapsa, bu muhakkak ki kadının suçuydu.

Günümüz erkeklerini çileden çıkartan, onları eli kanlı katillere dönüştüren şey, kadınların suçu üstlenmemek istememesine duyulan hadsiz ve barbarca öfke diyor araştırmalar. Kadınlar modernleşirken, erkekler geçmişte kalmak için muhafazakarlaşıyorlar. İstiyorlar ki geçmişte olduğu gibi günahları kadınlara yazılsın.

Mesela 1. Meşrutiyet’e kadar, Karşıyaka – İzmir arasındaki kayıklara kadınlar ve erkekler birlikte binemezlermiş. Fakat erkekler bir yolunu bulup, kayıkçıya para verip kadınların yanlarına oturduklarında eğer bir zabit durumu görüp de “Neden aldın?” diye sorarsa “hanım erimdir dedi inandım aldım” dermiş. Böylelikle kadın, erkeğin onun iradesi dışında bindiği kayık yüzünden cezalandırılırmış. Herkesin bildiği bu haltı “kadınlar kırıkları ile buluşuyorlar sandallarda” diye anlatırlarmış.

Lale devri zamanında ise “kadın taifesiyle uğraşmak kolay mıdır? Türlü işve ve cilve ile sokağa fırlamış bir İzmir aşüftesinin fettan bakışları karşısında, hangi yeniçeri veya bostancı neferi ve zabitin eli o süslü feracenin gayret büyük bir kelebek kanadını andıran yakasını kesebilir” diye anlatılmıştır. Kadınların özellikle rüzgarlı İzmir günlerinde bilerek dışarı çıktıklarını ve feracelerinin altından esvaplarını göstererek erkekleri yoldan çıkarttığı anlatılmıştır sonrasında. Ve neticesinde ince bir kumaş olan “İngiliz şalisinden” kumaş kestirmek yasaklanır oluyor ülkede.

1752 yılında, kadınların türbelere, yatırlara arabalarla gitmesi yasaklanmış. Çünkü yine bu kadınlar arabalara binen erkekleri taciz ediyor, onları kötüye çağırıyorlarmış. Neredeyse dört yüz senelik Osmanlı İzmir’inde hiçbir erkek hiçbir kadını taciz edip tecavüz etmiyor böylelikle. Zira erkeklerin günahı kadınlardan soruluyor devamlı.

Sonra ne oluyor? Şehre bir şekilde sanayi devrimi uğruyor. Kadınlar bir şekilde çalışma hayatına katılıyorlar ve haliyle yapmadıkları suçların sorumluluğunu almak istemiyorlar. Erkekler tabi ki bin yıllık bu sefahate son vermek istemiyorlar. Kadınlar Ravza-i İrfan okullarında okuyorlar, kendilerini daha etraflıca savunacak şekilde donanımlanıyorlar. Sonra savaş, sonra cumhuriyet ve medeni kanun. Hepi topu 70-80 senede kadın hakları için geldiğimiz yol aya gidip gelmek gibi gözüküyor.

Görünen o ki, kadınların tecavüze, tacize, baskıya net bir şekilde hayır diyebilmesi, cam duvarların bir bir yıkılması bazı erkekleri rahatsız ediyor. Geçen baharda Financial Times Gazetesinde yayınlanan “A new global gender divide is emerging / Yeni bir küresel cinsiyet ayrımı doğuyor” makalesinde Amerika genelindeki kadınların yüzde 40 oranında kendini özgürlükçü olarak tanımlarken erkeklerde bu oranın sadece yüzde 5’lerde kaldığı gözüküyor. Güney Kore gibi erkek şiddetinin yoğun olduğu ülkelerde ise kadınlar yüzde 30 özgürlükçüyken, erkekler yüzde 20 oranında muhafazakar olarak tanımlıyorlar kendilerini.

Bu muhafazakarlık siyasi alanda kendini daha sağa yakın ve ırkçı – göçmen karşıtı partilerde kendini gösterirken sosyal anlamda ise arzuladıkları bir iki nesil önceki insanlar oluyor. Erkek taciz ettiğinde ses etmeyen, şiddet gösterdiği bir evlilikten boşanmak istemeyen, boşanırsa kadını başka bir erkekle görmek istemeyen, her şeye razı, hep ağzı kapalı kadınlar.

Velhasıl gidilecek çok yolumuz, çözülecek çok sorunumuz var. Şiddet toplumun kafasının içindekilerin bir getirisi ve ne yazık ki her infial yaratan olayın konuşulma ömrü ancak bir iki hafta. Sonrasında stadyumlarda kadınlara küfürler, annelere sövgüler, arsızlıklar, hadsizlikler. Ta ki yeni bir infial olana kadar. Genç erkeklerin, değişime direncini çözemediğimiz sürece çok daha fazla dolacak gözlerimiz. İkbal ve Ayşenur’un talihsiz yaşamlarından sonra yattıkları yer incitmesin. Umarım bu bir şeyleri değiştirmemiz gerektiğinin son göstergesi olur.