1426 yılında Aydınoğulları’nın Osmanlı Devleti’ne dahil olmasından bu yana İzmir şehri kendisini yönetmez, başka memleketler yönetir hep İzmir’i. O yüzdendir ki kenara itilmiş, ihmal edilmiştir. Hoş Osmanlı Anadolu’nun geri kalanından ayırmaz İzmir’i. Oralara ne kadar hizmet götürmediyse, ne kadar naçar bıraktıysa ve ne kadar sömürdüyse İstanbul sarayı için o kadar sömürür.
Hep depremlerden, felaketlerden sonra akla düşer bu imbatını bir kez hissedenlerin, yemişini bir kez yiyenlerin unutamadığı şehir. Modern dönemde İzmir’in ilk akla düşmesi yine bir felaketten sonra 1845 yangınından sonra olur. Aslında her yaz güneşin kavurduğu İzmir, sonbaharda özellikle Ermeni mahallesindeki fırınlardan çıkan bir yangınla yanıyor ama bu yangınlar semtin içinden geçen “Boyacı Deresi” sayesinde söndürülür. Fakat 1845’teki garip bir şekilde Boyacı Deresinin haritalardan kalktığı zamana denk gelir. Bu yangınla Ermeni mahallesindeki 900 evden geriye 37 ev kalırken, yangından hemen sonra İstanbul’dan gönderilen iki mimar, İstanbul’un da rant çıkarları mahalleyi tekrar kurarlar.
Şehrin ikinci imarı yine bir yangın sonrasına, 1922 Büyük İzmir Yangını sonrasına denk gelir. Yine aynı zamanda çıkar alışıldık yangın, ama bu kez söndürül(e)mez. Fransız Rene ve Raymond kardeşler yangın alanıyla sınırlı kalacak bir imar planı yaparlar. Fransız Proust da benzer dönemde, sanayileşmeye çalışan genç cumhuriyetin en mühim şehirlerinden biri olacak İzmir’i planlar.
Bu planlarda şehrin genel şeması, geometrik düzen, geniş caddeler ve düzenlemenin merkezini toplayan büyük park alanıdır. İstanbul’dan Ankara’ya taşınan iktidar merkezi bu kez yeterince rantlı bulamamış olacak ki, planların uygulanması “parasızlık” nedeniyle otuzların sonlarını bulacaktır. Behçet Uz ortadaki park alanını kendi vizyonu ile daha da büyüterek “Kültürpark’a” çevirirken Danger ve Proust planları yetersiz ve işlemez hale gelir. 1939 yılında, Fransız Mimar Le Corbusier İzmir’i planlamak için gönderilir ama savaş nedeniyle taslağı asla uygulanamaz.
1950 yılında Demokrat Parti iktidarı ile birlikte son derece ranta dayalı bir plan hazırlanır. Şehrin nüfusu 230 bin iken, 2000 yılında 400 bin olacağını ön gören ve bu 400 binin hepsini tarihi İzmir yarım adasında ön gören bu plan 1955 yılında onaylanır ve İzmir merkezi ve Kordon 8-9 katlı binalara kavuşur. 2000 yılı için ön görülen nüfus 1960’da aşılmıştır.
1973’te yine bir kaç felaketten sonra “İzmir Metropoliten Alan Nazım Planı” kabul edilerek Çeşme’den Kemalpaşa’ya, Seferihisar’dan Foça’ya olan bir bölge, modern İzmir’in şeklini belirlese de özellikle 1989’da, Burhan Özfatura’nın seçimden bir kaç gün önce yaptığı revizyonlarla bambaşka bir hale gelmiş Bayraklı, Gaziemir gibi yerlere çok katlı yerleşim, Işıkkent gibi yerlere de sanayileşme alanı tanımıştır.
Hülasa ne zaman İzmir’de bir felaket olsa, ilk başta İzmir’i güzelleştirmek vaadi ile ortaya atılan her plan, başka şehirlerden gelen rant odakları neticesinde İzmir’in sevimsizleşmesine ve uzun vadede insanların ölmesine neden olmuştur.
Yine bir felaket sonrasında, yine bunu fırsat bilenler türlü girişimlerle İzmir’e göz diktiklerinin farkındasınızdır. Narlıdere, Karşıyaka, Bayraklı kentsel dönüşümleri İzmir’in ihtiyacı olan ve İzmir’e layık olacak şekilde ilerlemeyebilir. Geçmişte olduğu gibi bugün de İzmir’i sevmeyen, İzmir’i para kazanma aracı olarak görecekler olabilir. Bizim neslimizin sorumluluğu, İzmir’i bu rant odaklarına karşı korumak ve gözü açık olmaktır. Bu sadece bizim için değil İzmir ve geleceğimiz için de lazım. Umarım gücümüzü hiç kaybetmeyiz ve İzmir’i korumakta muvaffak oluruz.