13 Eylül 1922’de bir kıvılcımla yanıp küle dönen İzmir, aynı yılın Aralık ayında bir emanete sahip olur. Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde Hanım’a Ankara’nın kara iklimi hastalığına kötü gelmiş, doktorlar kendisine İzmir’e gitmesini telkin etmiştir. Düzenlemeler yapılır, İzmir’de kendisiyle ilgilenecek bir doktor bulunur. O doktorun ismi Behçet Uz’dur.
Behçet Bey o zamanlar, bugün doğum hastanesi olan Konak’taki “Memleket Hastanesinde” görev yapmaktadır. Klinik şefidir de. Yakılmış, sokakları, insanları ve ağaçları ve hayvanları kaybolmuş ve değişmiş şehrin sokaklarından Valide Hanım’ın hastalığı ile ilgilenmek için yol alır. Ne yazık hastalık ciddidir, dönemin imkanlarıyla elinden bir şey gelmez. 1923 yılının Ocak ayında İzmir, ebediyen bir emanete açar sinedini. Her elemin kendi talihini getirmesi gibi bu kötü rastlantı da Gazi Paşa ile aralarında karşılıklı saygının gelişmesine neden olur.
1923’de Behçet Bey’in Zübeyde Hanım’a varmak için geçtiği yıkık sokaklar, berhava mahalleler 1930’ların başlarında hala aynıdır. Genç Cumhuriyet yıkıntıları kaldıramamış ve bu nedenle şehir hala felaket günlerinin öncesini bilenlerin tanıyamadığı bir haldedir. Gazi Paşa bir İzmir gezisinde, Behçet Bey’in yanında gelip bundan bahsederek “Yabancılardan çok utanıyorum, yangın yerini kaldıramadık” der. Behçet Bey bunu emir addeder ve eve gelir gelmez eşi Sıdıka Hanım’a önemli kararını açıkları “Sıdıka ben belediye başkanı olacağım. Bu yangın yerini temizleyeceğim”
O zamanlar için büyük bir hayaldir bu, hatta dönemin gazetelerine göre “Çok vakit ve nakit alacak, memleketin çok daha önemli dertleri varken hiç de elzem olmayan” bir durumdur. Ama “Gayret Behçet Uz’dan muavenet Gazi Paşa’dan” gelir ve kısa sürede yangın yeri, İzmirlilerin göz bebeği olacak, en keyifli anılarının en güzel arka planı olacak emsalsiz bir KültürPark’a dönüşür. Büyük hayalleri ile İzmir küçük küçük değişir. Sokakları değişir, bulvarları açılır, meydanları tekrar kurulur, ağaçları dikilir. 1986 senesinde, 94 yıllık onurlu yaşamını tamamladığında, İzmir ondan önceki İzmir değildir. 1930 yılında kimsenin düşünemediğini düşünüp, değişimin hayalini kuran bir adam, bunu gerçek kılmıştır.
Hafta sonunda, Behçet Uz’un koltuğuna oturup, onun gibi büyük hayaller kuran Başkanla gazetemizin yazarları olarak buluştuk. Dün ve bugün, bu buluşmada konuşulanları yazı dizisi olarak gazeteden okuyorsunuzdur. Tarih Tunç Soyer’in adını Behçet Uz’un yanına yazacak mı hepimiz göreceğiz fakat ben değişim heyecanını, bir yangının harabesini defetme heyecanını ve en nihayetinde benzer düşlere sahip olduğunu yakından gördüm. Mesela tıpkı Behçet Uz gibi Kültür Park’ın müzelerle, kütüphanelerle dolu bir kültür yeri olmasını istiyor. İzmir’in yeni doğan çocuklarını tıpkı Behçet Bey gibi önemsiyor, onlara Masal Evleri yapmaktan bahsettiğinde, yeni doğanlara süt verileceğini söylediğinde gözleri parlıyor. Fuar yapılırken, yitip giden atlar için heykel yaptıranlar gibi düşünüyor şehrin hayvanlarını ve doğasını.
“Tüm bu günler bittiğinde, yani işte tüm bu mücadele bittiğinde, neyi değiştirmiş olmayı istersiniz” diye sordum kendisine. Behçet Bey’in baştan aşağı değiştirdiği İzmir gibi bir hayali olup olmadığını merak ederek… Bana dönüp “Dünyayı” dedi. Uzun zamandır bu kadar büyük hayalleri olan bir İzmirli görmemiştim. Hayalinize, önce İzmir’in sonra Dünya’nın değişmesi hayalinize ortak olan birisini görmek güzel bir işmiş. Hele ki ne yapılacaksa, birlikte yapmayı, her şeyi İzmir için İzmirliler ile yapmayı düşleyen birisiyle tanışmak fevkalede bir işmiş. Gayret sizden Tunç bey, muavenet İzmirlilerden..
Not: Dün aynı zamanda Zübeyde Hanım’ın ölüm yıl dönümüydü. Bu vesile ile kendisini ve aziz hatırasını hürmetle anmak isterim.