“Boş ver yahu, parası senden mi çıkıyor sanki!” diye itiraz etti. Konumuz, hani şu bana hiç inandırıcı gelmeyen “yaratıcı yazarlık atölyeleri”ydi. Çünkü bana göre bunların -hesapta- nihai hedefleri, ‘atölye’lerine tıkır tıkır para sayan müşterilerini yazar yapmak. Hem de öyle böyle değil, “yaratıcı yazar” yapmak! Hiçbirine katılmadığım için tahmin etmeye çalıştım. Neyi, derseniz şunu, yani sıradan birini nasıl sıradanlıktan kurtarıp yazar yapar bunlar, diye. Hani emekli bir eğitimciyim ya; acaba atölye çalışmaları benim Türkçe derslerim gibi mi oluyor? Okuma, anlama, anladığını sözlü ve yazılı olarak anlatma, dilbilgisi gibi bölümlemeler mi yapıyorlar?
Peki, diyelim bastım parayı, katıldım bir “yaratıcı yazarlık atölyesi”ne, kaç seans/ders sonra ben artık “yaratıcı yazar” olabileceğim? “İçerik yazarı” olabileceğim? “Eleştirel okuma” erbabı olabileceğim? Vesaire vesaire…
Geçenlerde twitter’da rastladım: Genç bir kadın yazar, yazmaya kendisinden sonra başlamış meraklılara mealen, eğer diyor, yazmakta zorlanıyorsanız, aklınıza bir fikir filan gelmiyorsa… Yanıtlamamak için kendimi zor tuttum: “OKUYUN” diye yazdım. Öyle ya, yazmanız için kimse şakağınıza silah dayatmadığına göre yapmanız gereken en doğru şey, yazmayı bırakıp okumak, işte o kadar! Okumak derken… Tabii okunmasını istediğim şeyler şu sıra pek revaçta olan gazetecilerin popüler konularda kaleme aldıkları nesneler değil. Ben -isteyen kusuruma bakabilir!- onları kitaptan saymıyorum. Kitap şekline sokulmuş o nesnelerde ülkenin veya dünyanın sorunları üzerine ‘bilinçlendirici’ birçok şey vardır, eyvallah, ama benim kitaptan kastım, yazınsal değeri olanlardır. Daha açık konuşayım: Eğer kendinizi bir hikâye yazarı olarak geliştirmek istiyorsanız Türk ve Dünya Edebiyatının ustalarını elinizden geldiğince okumuş olmanız gerekir. Yani Memduh Şevket Esendal’ı, S. Ali’yi, Sait Faik’i, H. Taner’i, N. Meriç’i filan okumamışsanız boşuna hiç yazmayın, size hiçbir “atölye” merhem olamaz. Y. Emre’yi, Karacaoğlan’ı, Pir Sultan’ı, Y. Kemal’i, A. Haşim’i, N. Hikmet’i, A. İlhan’ı, E. Cansever’i, C. Süreya’yı, A. Behramoğlu’nu sindirerek okumamış birinin şair olması sizce mümkün mü?
Siz rastladınız mı bilmem ama ben falan üstadın atölyesine mangır sayıp devam ettikten sonra bizi sarsan hikâyeler, romanlar ya da şiirler yazan bir Allah’ın kuluna rastlamadım. Ama bugün hayranlıkla andığımız eserleriyle tanıdığımız birçok yazarın ve şairin öncelikle sıkı birer okur olduklarını bilirim; dahası, tanıklıklarım var. Hele henüz bir-iki kitaba imza atmış, “kedi olmadan fare tutmaya hevesli”, Türkçenin en basit kurallarından habersiz, kerametleri kendilerinden menkul bazılarının atölyeciliğe soyunması… İşin garibi, onlara inanabilen sekiz-on kişinin bulunması… O yüzden işte, “Kayınpederim Ay’a dört gidiş-gelişli otoban yapacak desem inanacak çok insan var” diyen damada hiç şaşırmamak gerekir. Bu memleketin “aydın”ı buysa…