Smryna’yı anlatmaya değil böyle bir gazete yazısı, ciltler dolusu kitap yetmez. İzmir güzellik ile hatta o kadar ki, genç kız güzelliği ile özdeştir. İzmir güzel bir kadındır adeta, yürekleri dağlayan. 

Derler ki; “Güzel gören göz güzeldir” Ancak güzeli güzel anlatmak kolay değildir. Antik çağda yaşadığı kentlerini anlatan hatipler bir araya gelip yarışmada söz hünerlerini gösterirlermiş.

Eğer arkeolojiye biraz ilgi duyuyorsanız İzmir’de umduğunuzdan çok şey bulacaksınız. Büyük İskender tarafından inşa ettirilen Kadife Kale kalıntıları var ki tüm dünyada yaşayan halklardan çok daha mutlu yaşayacak olan İzmirlileri Bayraklı’dan bu Pagos tepesine taşınmasına tanıklık etmiş.  

Tepenin kuzey yamacında 20 bin kişi alabildiği hesaplanan tiyatro yer alıyor. Pagos’un eteklerine yaslanmış M.Ö. 4. yüzyılda kurulan Smyrna’nın Agorası binlerce yıl ticari siyasi ve dini fonksiyonların odağı olmuş. Yine bu dönemde kentin tıp ve felsefe alanında geliştiği, dünyaca ünlü gözyaşı şişelerinin üretildiği cam atölyelerinin bulunduğu biliniyor.

Bugün İzmir’de antik kente rastlamadan 10 kilometre gidemeyiz. Adım başı rastladığımız bu kültür hazineleri, her dönemde zenginliğin ve ihtişamın kanıtı. Aslında coğrafya hiçbir zaman değişmiyor. İnsan coğrafyaya göre şekilleniyor. Coğrafya insana göre şekillenmiyor. 

“Asya’nın incisi” “İyonya’nın süsü” bir Amazon Ecesi İzmir’in pek çok kuruluş hikayesi de var. Başında kuleli tacıyla kentin koruyucusu tanrıçalardan Artemis ve şansın kısmetin tanrıçası Tyke antik çağ sikkelerin vazgeçilmezi olunca kadınların kurduğu kraliçe kente en çok şu hikâye yakışır:

Karadeniz kıyısında Termodon Terme yakınında Themiskra (Terme) adlı bir kent varmış. Burada “Amozon” denilen çıplak ata binen, iyi ok atabilmek için bir memesini dağlatan savaşçı kadınlar yaşarmış. Bu kadınlar doğan oğullarını yok eder ya da babalarına verirmiş. Kız çocukları usta bir savaşçı olarak yetiştirilirmiş.

Uzun savaşlardan sonra yurda dönen Hitit ya da Phyrg (Firik) savaşçıları olabileceği de düşünülen Amazonlar kurdukları ya da fetih ettikleri kentlere birer kraliçelerinin adını verirmiş. Kyme, Lariss, Aigai, Myrina, Gryneum, Leukai, Priene ve Smyrna gibi kent adları birer Amazon kraliçesinden gelmeymiş.

İlkçağda dağ ve ırmaklar erkek, ova ve şehirler dişi sayıldığı için İzmir’in kadınlığı konusunda hemfikir olunmuş.

Dilin acelesi, çekinmesi mi var? “İzmiriçe” sözü “Ece”liği sürekli olsun diye Güzel İzmir’imize takıla kalmış.

Bugün İzmir’in köylerinde kadınlar, dedeleri tarafından el ile yontulan taş havuzda binlerce yıl önce yapıldığı gibi ayakları ile ezdikleri üzümlerden pekmez için şıra yapıyor. Başlarında çiçekli yemenilerle birbirinin etrafında dönerken her adımı antik çağın izlerini taşıyor.

Mavi Anadoluculuk fikrini aşılayan Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), hatta bu ritüeli Ege'nin üzüm çiğneyen kadınlarıyla ki zamanların Likya, Lidya, İyonya insanı arasında akrabalık kurar, der ki: “Zeybek sözü dans edici bakkantlardan gelir. Zeybeklerde Dionysos, diğer adıyla Bakkhos (Bereket Tanrısı) işareti olan çiçek çemberini başlarına dolarlar, dansın koreografisi de tıpatıp aynıdır.  Ege’den bütün Anadolu'ya zeybek yayılmıştır.”

Mustafa Kemal Atatürk'ün de zeybek sevdiğini anımsarsak Çankaya gecelerinde, çıktığı memleket gezilerinde yanındaki zevata zeybek oynamasını istediğini, hatta bu dans her salonda beraber oynanmalıdır dediğini hatırlatmak isteriz.

Atatürk büyük bir kültür milliyetçisi idi. Sakarya Savaşı'nın sonunda ne demişti anımsayalım:

-"Hektor'un öcünü aldım!"...

Kimdi Hektor?

 Yunan mitolojisinde Hektor, Anadolu'nun ilk özgürlük kahramanı ve Truvalıların prensiydi. Hera'nın yardımı ile Akhilleus'un hile ile yenerek şehit ettiği Hektor, Anadolu'nun emperyalistlere başkaldırısıydı.

Arşipelcilik böyledir işte. Ege denizinin koyu mavi sularında kurulan kentlerin, onlarca yıl süren savaşların, efsanelerin unutulmaması için dilden dile gönülden gönüle anlatılması gereklidir. 

Yaşadığın coğrafyanın masalını hissedersen yaşamın anlamını keşfedersin. Bilirsen seversin. Seversen sorumluluk duyarsın; yaşadığınız kenti çok sevin, hem de sonsuza dek sevin...

Sözü fazla uzattık, öyleyse Necati Cumalı’nın şiiriyle sözümüzü sonlandıralım mı?

“Ben o İzmir’i severim

Gün vurdukça sularına

Terli terli gülen İzmir’i

Silmez hiçbir ele

Işığını o gözlerin

Ey emeğin kardeş İzmir’i

Yenilmez onurlu kenti

Güneşli günlerinde kal