Ben Zeus. Bazıları bana Jüpiter de der.

Ben, Smyrna topraklarının güçlü tanrısı, dağların ve gökyüzünün hâkimi. Bir zamanlar, Ege’nin maviliğine bakan o görkemli şehirde, Konak’ta bir tapınakta yükselirdim. Heybetimle tanınır, şimşeğimle korku salar, adım tapınaklarda, sunaklarda anılırdı. Bugün, İzmir’de beni ararsanız, ne tapınağımı bulabilirsiniz ne de beni. Şimdi başka bir şehirde, başka bir ülkede, başka bir kıtada, bir müzenin soğuk salonunda dimdik duruyorum ama ruhum hâlâ Konak’ta, İzmir’in kalbinde.

1680 yılıydı. İzmir’in toprağında huzurla yatan bedenim, keşfedildi. O gün bir dönüm noktasıydı, ama benim için kaderin en acımasız oyunuydu. Bir süre İzmir’in havasını soluyup, o güzel şehrin güneşiyle yıkandıktan sonra, 1686 yılında kaderim mühürlendi. Fransız heykeltıraş Pierre Granier tarafından elime bir şimşek yerleştirildi. O sanatçı, elime iliştirdiği şimşeği İzmir’in ışığına dönüştürdü. Gücümü simgeleyen bu şimşek, artık yabancı bir dokunuşun izlerini taşıyordu. Daha sonra tahtalara bağlandım, tekerleklerle taşındım, yokuşlardan kaydırılarak denize indirildim. İzmir’den ayrılmam için hazırlanan gemiye yüklendiğimde, ardımda kalan manzaraya son bir kez baktım. Kıyıda kalmış, bana ait olan her şey gözden kaybolurken, İçimde tarifsiz bir sızı yankılandı. Ege’nin şefkatli mavi kollarından, bir evladın annesini bırakışı gibi hüzünle ayrıldım; Akdeniz’in derin sularını aşıp Fransa’nın soğuk kıyılarına doğru sessiz bir yolculuğa çıktım. 

Bugün Louvre Müzesi’nde sergileniyorum. Zemin kattaki Yunan, Etrüsk ve Roma eserleri bölümünde, A Odası’nda yerim var. Bana bakan gözler hayranlıkla dolu olsa da, onların ilgisi ruhumdaki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Yüksekliğim 234 cm, genişliğim 105 cm, kalınlığım 80 cm… Ama bu ölçüler benim kim olduğumu, nereden geldiğimi anlatabilir mi? Benim kudretimden ilham alan bakırdan yapılmış Özgürlük Heykeli, Fransa tarafından, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunun 100. yılına armağan edildi. Smyrna’dan yükselen ışık, özgürlüğün ve insanlığın ortak bir sembolüne dönüştü. Yine de elimdeki her kıvılcım İzmir’in evrensel bir miras olduğunu hatırlatmaya devam ediyor.

Ben Zeus, Batı Anadolu’nun tanrısıyım. Smyrna’nın topraklarında, İzmir’in sokaklarında yankılanan bir geçmişim var. Tapınaklarım, öykülerim, dualarım İzmir’in tarihine kazınmışken, şimdi neden o tarih benimle eksik? Hangi hakla, beni doğduğum yerden kopardılar? Belki de her İzmirli, Louvre Müzesi’ne bir mektup yazarak, beni ait olduğum topraklara, Ege’nin ışığını taşıdığım o eski yuvama döndürmek için bir çağrı yapabilir; çünkü bu şehir, kendi kalbine düşen parçayı yeniden hak ediyor.

Bugün siz İzmirli dostlarım, benim ait olduğum topraklarda yaşarken, hikayemi bilmelisiniz. Sizlere sesleniyorum çünkü siz bu şehrin ruhunu taşıyorsunuz. Efsaneler, tapınaklar, taşlar ve öyküler sadece geçmişte kalmamalı. Bugün Louvre’da benim üzerimde dolaşan ışıklar, aslında Konak’ın güneşine ait olmalıydı.

Bir zamanlar Eşrefpaşa’ da eski adıyla Değirmendağı’nın tepelerinden denizi izleyen, belki de bir tapınağın zirvesinde yükselen ben, şimdi bir müzenin sessizliğinde, tarihe dair bir bilgi notuyla sınırlıyım. Oysa İzmir’in taşlarında yankılanan ayak sesleri, rüzgârın denizle buluştuğu o melodiler, benim ait olduğum atmosferdir.

Ben, Smyrna’nın Jüpiter’i İzmir’in hafızasıyım, geçmişi geleceğe bağlayan zincirin bir halkasıyım. Ve siz İzmirliler, bu halkanın kopmasına izin vermemelisiniz.

Haydi, benim öykümü duyurun. Louvre’un soğuk zeminlerinden beni kurtarıp, ait olduğum yere, İzmir’e döndürün. Bu, sadece bir heykelin dönüşü değil; İzmir’in kayıp hafızasına sahip çıkışı olacaktır. Şimdi, hep birlikte bir ses olalım ve haykıralım: Jüpiter İzmir’indir, İzmir’e dönmelidir!

Not: Bu çağrı yalnızca benim değil, İzmir’in her kayıp mirasın…

Tapınaklar, mozaikler, sütunlar ve heykeller… Her biri, bu şehrin ruhunun bir parçası:
Ve bu ruh, yalnızca Tamamlandığında
İzmir’in kalbinde yeniden doğar;
Her eksik parça, bir işarete dönüşür,
O müzedeki yoğun, katı gölge, bu engin göklerin memleketidir, bayım
Gün gelir, mavi bir rüya olur gün gelir Yokuş başında İzmir’in lacivert körfezini görürsün,
Senden önceki izler de böyleydi, bayım 
Ve aklım, hep İzmir’de kalır…