Karataş’ta, 40 Merdiven’in basamaklarını ağır ağır çıkarken gözlerinizi kapatın ve 1906 yılına, eski İzmir’in sokaklarına gidin.

Zamanın ruhunu içinize çekerken, şehrin kucakladığı bir çocuğun ilk nefeslerini duyabilirsiniz. Bu çocuk, geleceğin en ünlü armatörlerinden biri olacak olan Aristotle Onassis’tir. O dönemdeki adıyla Evangelik Rum Okulu'nda okuyan, çok dilli, zeki ve cesur bir gençtir. Onassis, daha sonra hayatını değiştirecek olan büyük macerasına, İzmir'den ayrılarak başlamıştır.

Bu yolculukta sadece İzmir'de değil, Onassis'in ailesinin köklerinin olduğu Akhisar’da da durak yapmalıyız. Onassis'in dedesi Hıristo, Kayseri'den Akhisar'a göç eden, "Konyalidis" lakaplı bir tüccardı. Akhisar’ın verimli topraklarında tütün tarlaları olan bu aile, İzmir'in en zengin tüccarları arasına girmişti. Ancak 1922’nin o karanlık günlerinde, aile büyük bir bedel ödeyerek Yunanistan’a kaçmak zorunda kaldı. Onassis’in amcaları ve babası, geride yangınlarda yanan tütün depolarını ve Akhisar’daki köklü geçmişlerini bırakmıştı.

Onassis'in hayatının bir sonraki durağı ise Lesbos Adası (Midilli) oldu. Aile, oradan Arjantin'e göç ederek yeni bir hayat kurmaya çalıştı. Onassis, Arjantin'de tütün ticareti yaparak genç yaşında büyük bir servet biriktirdi. 25 yaşına geldiğinde, milyon dolarlık bir servetin sahibi olmuştu. Ancak onun asıl hikayesi denizlerde yazılacaktı. Onassis, deniz ticaretine atılarak kısa sürede dünyanın en tanınmış armatörlerinden biri haline geldi.

İngiltere’nin efsanevi lideri Winston Churchill, Onassis’in dillere destan lüks yatı "Christina"da ağırladığı sayısız ünlüden sadece biriydi. Geceler boyu süren sohbetlerinde Onassis, Churchill’i bitmek bilmeyen öyküleri ve nüktedan fıkralarıyla adeta büyülerdi. Denizin ortasında, gecenin sessizliğinde yankılanan kahkahaların ortasında, Churchill’in bir an durup Onassis için "O tam bir şark masalı... Sıcak, samimi ve bir o kadar da eğlenceli," dediği rivayet edilir.

Bu dönemde, Onassis'in özel hayatı da tıpkı ticaret hayatı kadar dikkat çekiciydi. Ünlü opera sanatçısı Maria Callas ile yaşadığı fırtınalı ilişki, magazin dünyasında geniş yer buldu. Ancak en sansasyonel evliliğini, 19 Ekim 1968'de ABD Başkanı John F. Kennedy'nin dul eşi Jackie Kennedy ile gerçekleştirdi. Bu evlilik, onu dünya çapında bir üne kavuşturdu.

Onassis’in bu parlak yaşamı, 1973 yılında oğlu Alexander Onassis'in bir uçak kazasında hayatını kaybetmesiyle sarsıldı. Bu trajedi, onun sağlığını ve moralini ciddi şekilde etkiledi. Hayatının son yıllarını, Yunanistan'ın Scorpios Adası'ndaki özel mülkünde geçirdi ve 1975 yılında Paris'te hayata veda etti. Onassis, oğlunun mezarının yanında, Scorpios Adası'nda defnedildi.

Ama Akhisar, sadece terk edilen bir geçmişin değil, aynı zamanda kaybedilen bir kız çocuğunun hikâyesini de içinde saklıyordu. Ailenin kaçışı sırasında, küçük bir kız çocuğu, henüz 3-4 yaşlarındayken Akhisar’da kalmıştı. Elinde birkaç mektup ve bir çıkınla, Karaosmanoğlu ailesinden Destina Hanım’ın himayesine girmiş, Türk bir asker tarafından yangından kurtarılmıştı. Bu küçük kız, Makbule adıyla büyüdü, Türk kültürüne ve Müslüman kimliğine sıkı sıkıya bağlı olarak yetişti. Kendi kökenini ise çok sonraları öğrenecekti. Yunanistan’a gitmiş ve aile bağlantılarıyla tanışmış olsa da, o artık İzmir'in ve Akhisar’ın bir parçasıydı.
Bugün, Karataş’taki 40 Merdiven’de durup İzmir’in sokaklarında yankılanan anıların izini sürebiliriz. Karataş’tan Akhisar’a uzanan bu hikâye, sadece Onassis ailesinin değil, aynı zamanda savaşın parçaladığı bir neslin hikâyesidir. Ne Karataş’ta ne de Akhisar’daki evler, Onassis Vakfı’nın yüksek bedelli tekliflerine rağmen satılmadı. Zira bu evler, parayla ölçülemeyecek hatıraların sessiz bekçileri, kültürel bir mirasın somut kanıtları olarak varlığını sürdürmekte.
Makbule’nin kaderi, Onassis ailesinin İzmir'den kaçarken geride bıraktığı bir hazine gibi, yıllar boyunca Akhisar’da sessizce yaşamış. Ve belki de şimdi, Karataş’ın 40 Merdiven’inde durup geçmişin izlerine gözlerimizi kapatırken, o anıların sessiz yankılarını duyabiliyoruzdur.

Bir zamanlar Akhisar’ın tütün tarlalarıyla dolu topraklarında, dedesi Hıristo’nun göç öyküsünü yaşatan bu aile, günümüzde dünyanın her yerinde tanınan bir isim oldu. Ancak her şeyin başladığı o ilk ev, o ilk sokak, hala İzmir’in ve Akhisar’ın bir köşesinde hatıralarıyla yaşıyor. Çünkü o evler, sadece taş ve tuğladan değil, hatıralardan ve unutulmaz anılardan inşa edilmiştir.

Bu eski evler, zamanın durduğu anlarda, bize İzmir’in unutulmaz öykülerini fısıldar. Kimi zaman hüzünlü, kimi zaman umut dolu olan bu öyküler, İzmir’in kimliğinde silinmez izler bırakır. Çünkü bu evler, sadece taş ve tuğladan değil, insan hayatlarından, hayallerden ve kalplerden örülmüştür. İzmir'in ruhunu anlamak isteyenler, bu evlerin sessizce fısıldadığı öykülerde kendi yankılarını bulacaktır.

Bu şehirde, her köşe, her taş, binlerce öykünün sessizce yaşadığı birer anıdır ve İzmir, kendi tarihini her gün yeniden yazar, yaşayanların kalplerinde ebediyen var olmak için.