Kızılay misyonunu yani görevini/amacını “proaktif bir kurum olarak afetlerde ve olağan dönemde ihtiyaç sahipleri ve korunmasızlara yönelik yardım sağlamak, toplumda yardımlaşmayı geliştirmek, güvenli kan teminini gerçekleştirmek ve zarar görebilirliği azaltmak” olarak tanımlıyor.
Kızılay Tüzüğü’ne göre şeffaflık yani, “mali, ayni ve iktisadi konularda yeterli, doğru ve kıyaslanabilir bilgiyi zamanında, somut ve anlaşılır bir şekilde açıklamak” Kızılay’ın kurumsal yönetim ilkeleri arasında yer alıyor.
Yine tüzüğüne göre Kızılay’ın kuruluş amacı; her koşulda, yerde ve zamanda, hiçbir ayrım yapmaksızın, her ne sebeple ortaya çıkarsa çıksın insan ıstırabını dindirmek amacıyla, korunmasız insanlara yardım etmek, insan hayatını ve sağlığını koruyarak onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı, dostluğu, saygıyı, işbirliğini ve sürekli barışı geliştirmeye destek olarak insan onurunu korumaktır.
Görüldüğü gibi Kızılay’ın amaçları arasında birilerine yapacağı yardımı ödeyeceği vergiden düşmek isteyenlere aracılık etmek yoktur. Üstelik hepimize ait olan Kızılay, kendi tüzüğü uyarınca, topladığı bağışları da, kazandığı paraları da, bu paraları nasıl harcadığını da bize “somut ve anlaşılabilir şekilde” açıklamak zorunda.
Vergi kaçırılmasına aracılık etmek de tüzüğüne aykırı şekilde hesap vermekten kaçınmak da işin hukuki yanı. Ama beni asıl ilgilendiren şey, 1868 yılında yani bundan 152 yıl önce kurulan Kızılay’ın temsil ettiği güven ve dayanışma duygumuzun çalınıyor oluşu. Bu aşamadan sonra Kızılay’ın adını her duyduğumuzda sola bakan kırmızı hilali her gördüğümüzde içimizde şefkat, huzur ve güven duyguları uyanmayacak oluşu.
Çocukken harçlıklarımızı zarflarına gözümüzdeki yaşla koyup gönderdiğimiz Kızılay’ımız. Beyaz üzerine sola bakan kırmızı hilali görünce içimizin titrediği, yanımızda olduğunu bilmenin güveniyle rahatladığımız kara gün dostumuz. Vergi kaçıranların, kendilerine ve yakınlarına payeler vermek isteyenlerin, toplanan paraların nereye harcandığını bile açıklamaktan kaçınanların elinde yok edilmeye çalışılan Kızılay’ımız. Benim asıl derdim budur.
Ortaya bunca şey çıkmışken en zor zamanlarda yanımızda olması gereken Kızılay’a bundan sonra nasıl güveneceğiz? Gerektiğinde kanımızı, gerektiğinde malımızı olmadığında gönüllü çalışmamızı nasıl vereceğiz? Kaçırılan tek şey vergi olsaydı kolaydı. Bir yolu bulunur kaçırılan vergiler geri alınırdı. Ama çalınan şey güven ve dayanışma duygumuz.
Gün gelip siyasal iktidarın yaptığı hata ve yanlışlıkların ne olduğunu sorguladığımızda içimizi en çok yakacak olan şey; toplumsal dayanışma duygularımızda yarattığı tahribat olacak. Çünkü iyi bir yönetime kavuştuğumuzda; ekonomi düzelir, yargı düzelir, kurumlar düzelir, uzun sürse de eğitim düzelir. Ama birbirimize, kurumlarımıza, devletimize olan güvensizliğimiz o kadar kolay düzelmez.
Kızılay özelinde yaşanan güven kaybını gidermenin yolu; daha çok demokrasi, daha çok şeffaflık ve daha çok hukuktur. Demokrasi yoksa sorunları, hataları, kötülükleri ve hırsızlıkları tartışamazsınız. Bunları yapan kişiler bakımından elverişli ve karanlık bir ortam oluşur. Şeffaflık yoksa karanlık alanlarda kirli ilişkiler ağı oluşmasını engelleyemezsiniz. Ve nihayetinde hukuk yoksa hesap soramaz, kötülük yapmak isteyenlere “nasılsa hesap soran yok” diye düşündürüp cesaret verirsiniz.
O nedenle yaşadığımız tüm sorunları aşmak için demokrasi, şeffaf ve temiz kamu yönetimi ve hukuk taleplerimizi yükseltmeliyiz. Kızılay’ı, başkanını, giden paraları konuştuğumuz kadar bu durumdan çıkış yollarını da konuşmak çözüm için daha çok adım atmamızı sağlayacaktır.
Toplumsal dayanışma duygumuzu da, birbirimize olan saygı ve sevgimizi de, hepimize ait olan Kızılay’ımızı da geri alacağız.