Evlendikten sonra farklı şehirlerde kiraya çıkarak yaşadık. Bu kiraya çıkmalarımız da alelacele olduğu için önümüze gelen ilk eli yüzü düzgün evi kiralamak zorunda kaldık. Üst katında komşusu olanların çektiği çileyi artık daha iyi anlıyorum. Van’a taşındığımızda; gece üçte ip atlayanlar, sabah altıda temizlik yapmaya başlayanlar, tüm gün (nereden bulduysa artık) topuklu terlikle gezenler… Sinir krizlerinin havzasında gezdim uzunca bir süre. Tavana temizlik paspasının sopasıyla vurmak, ilkel bir kabile dansı ritüeli gibi görüneceğinden olsa gerek, kendimi bu konuma düşürmek yerine komşumla konuşmayı denedim. Bir gün kerahet vaktini geçtikten hemen sonra üst kattaki kuşpalazı komşunun evine çıktım, “Merhaba, iyi akşamlar. Uzunca bir süredir saat tanımaksızın evinizden gelen yüksek gürültülere maruz kalıyoruz. Bunun sebebi nedir?” dedim. Kuşpalazı kendince cevap verdi, “Biz yabmıyoz!”. “Ama…” dedim, “Ses üst kattan geliyor, ben ise sizin alt katınızda oturuyorum.” Palaz konuşmaya çalışıyor ama dediklerimle bağlantısız cümleler kuruyordu, “Ben uzun süredir görevdeydim, eve yeni geldim. Gürültü varsa yeni vardır. Biz yabmıyoz!” dedi ve kapıyı kapattı. Eve indim, uyanık müteahhit ses yalıtım malzemesi kullanmadığı için yukarıdaki komşunun tüm sesi evimizdeydi, “Alt kattaki geldi, kovdum gitti!” dedi. Sinirlerime sinir ekleniyor, içimde volkanik patlamalar oluyor, insanlar nasıl bu kadar kuşpalazı olabiliyor diye düşündüm. Aradan on dakika geçmemişti ki gümbürtüler yükselmeye başladı üst kattan. “Kabile dansının vakti geldi!” dedim eşime. Aldım elime sopayı, vurmaya başladım tavana, onlar gürültü çıkarıyor, ses kesildiği anda ben vurmaya başlıyordum. Bir süre sonra ses kesildi, aradan daha bir dakika geçmemişti ki kapının zili çaldı. Kuşpalazı, medeniyeti içine sindirememiş olsa gerek iyice sinirlenmiş, sinirini kaba kuvvete vurmak için kapıma dayanmış, yukarıdan aşağı inerken bir şey bulamadığından eline geçen ilk şey olduğunu düşündüğüm kaşağıya benzeyen plastik halı temizleme tarağıyla zilime basmıştı (bu yüzden adı kuşpalazıydı). “Kim o?” dedim. “Aç, aç! Üst kattan geliyom. Aç!” dedi. Açtım ben de kapıyı, “Sen niye bizim yere vuruyon?” dedi. “Sizin yere vurmuyorum, ben kendi tavanıma vuruyorum. Sizin yere vurmam için önce size gelmem gerekli, az önce geldim, kovdunuz.” dedim, anlamadı. South Park sessizliğinde geçen üç saniyeden sonra, “Yabma bi daha!” dedi. “Biz yabmıyoz!” deyip kapıyı yavaşça yüzüne kapattım. O günden sonra sesler giderek azaldı. Ve sonsuza kadar mutlu yaşadık. Demek isterdim ama öyle olmadı. Bu tarz insanlar neden ve nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde toplu yaşama ayak uyduramıyorlar. Avcı toplayıcı toplumdan tarım toplumuna geçişte yerleşik hayatın tohumları atılmıştı halbuki. Türkiye’nin bir ucu Van’dan, diğer ucu İzmir’e taşındım ama sonuç değişmedi, sadece sebep biraz hafifledi diyebilirim. Üst katımızda otuzlu yaşlarını geçkin bir aile var, bir adet de üç yaşında olduğunu tahmin ettiğim minimal dimağ kendilerine eşlik ediyor aile yaşantılarında. Çocuğunuza “Dur! Yapma! Koşma!” diyemeyebilirsiniz, hafifletici sebep de budur zaten bence. Ama üst katımızdaki ebeveyn dostlarımız çocuklarını uyutmayı unutuyor, gece birde sandalye devirmesine ses çıkartmıyorlar. Yakında onları da ziyarete gideceğim ama sonuç değişmeyecek gibi. Coğrafya kaderdir!
Her Şeyi Bilen Adam
Bu hafta mail kutuma milyarlarca mail düştü, tabii ki hepsine cevap verecek mükemmel mesnetsiz bilgilerim olsa da vaktim olmadığından, bu hafta aralarından seçtiğim hoş mu hoş, güzide ötesi bir soruyla ve cevabıyla karşınızdayım.
Kınık ilçesinden James Hetfield sormuş: AC/DC İzmir’e gelecek mi? Gelirse Ekim’e kadar bekliyoruz, peki ya gelmezse?
Cevap: Sevgili James, AC/DC dediğimiz grup 1980 yılında çıkarttığı “Back in Black” albümünden sonra kendisini harcamış bir gruptur. AC/DC’ye itibar etmeyin. AC/DC bahsini de bir şakayla kapatalım bu vesileyle; AC/DC iştir kişinin, lafa bakılmaz! Onun yerine Iron Maiden dinleyin, 45 yıldır Iron Maiden bizim işimiz! Metal müzikte çözüm ortağınız. Iron Maiden.