Havalar bir ısınıp bir soğuyor. İzmir, sabah serin, öğlen sıcak, akşamüstü kasvetli ve yağmurlu; benim içsel dünyam gibi karmakarışık. Harfler savruluyor dört bir yanıma, ben ilk defa havada asılı harflerden kelimeler, kelimelerden cümleler kurmak istemiyorum. Evin içinde kızımın sesini duyuyorum. Yedi yaşındaki Büşra sağa sola koşturup her yeri kurcalıyor. O artık bir okur/yazar. Tam bir soru yağmuru, eskiden sadece duyduklarını soruyordu. Şimdi okuduğu ve anlamını bilmediği her şeyi bir ok gibi beynime fırlatıyor.
Yorgunluğun üzerimden aktığı bir akşamüstü elimdeki kitapları salona bırakıp, çalışma masamın karşısına oturmuştum ki; içeriden bir kıyamet koptu…
“Babaaaaaaaaaaa, hırs ne demek?”
“Sonu gelmeyen istek” ses kesildi. Birkaç dakika sonra,
“Babaaaaaaaaaa, obur ne demek?”
“Çok fazla yemek yiyen, doymak bilmeyen” soruların arkası kesilmiyordu.
“Babaaaaaaaaaa, kıskançlık ne demek?”
“Bir kişi bir konuda çok başarılı olduğunda ve sevildiğinde bazıları onları çekmez, işte ona kıskançlık denir” Uzun bir süre sessizlik oldu. Açıkçası içimden sanki yedi günahı sayıyor gibi geldi.
“Babaaaaaaa, şehvet ne demek?” diye sorunca benim jeton düştü. Masanın üstüne bıraktığım Dex yayınlarından çıkan kitapların isimlerini sayıyordu. Odamdan kafamı uzatıp,
“Onları bana getirir misin?” dedim
“Hepsini mi?”
“Evet” birkaç dakika sonra oflaya puflaya küçücük elleriyle odaya daldı.
“Alır mısın çok ağır” dedi. Elinden alıp masamın üzerine bıraktım. Odada biraz dolaştı, çaktırmadan bir kitap benim rafımdan bir tane kendi rafından aldı. En masum gülüşüyle odadan çıktı.
“Yedi Ölümcül Günah”ı anlatan, Brad Pitt ve Morgan Freeman’ın oynadığı, “Seven/ Yedi” filmini izlemeyen yoktur. “Yedi Günah” son derece çarpıcı bir şekilde anlatılmıştır. “Şeytanın Avukatı” filminin son sahnesinde, Al Pacino kameraya döner,
“Kibir, en çok sevdiğim günahtır!” der.
Yine “Scarface” filminde “hırs”ı anlatan şu diyalog beni çok etkilemiştir:
“Bırakalım artık bu işleri, bak her şeyimiz var.”
“Hayır, henüz her şeyimiz yok!”
Kızım koşarak elinde kitap, kafasında soruyla odama girdi. Bir kız çocuğunun babası onun kahramanıdır. Sevgisini paylaştığı ilk erkektir.
“Sana bir şey sorabilir miyim?”
“Sor bakalım”
“Sen hangi kızları seviyorsun?”
“Ne sorduğunu anlayamadım.”
“Zayıf kızları mı? Şişman kızları mı seviyorsun?”
“Karakterli kızları seviyorum.”
“Krakerli kızlar mı? Kraker yiyen zayıf kızları mı seviyorsun?”
Aramızda bir an sessizlik oldu. Sonra ona sarıldım.
“Senin gibi tombiş kızları seviyorum” iki yanağımdan öptü geldiği gibi koşarak uzaklaştı.
Bizler yedi yaşında bir çocuğun saf kalbine sahip olabilir miyiz? Olamayız ve çocuklarımızın da ne yazık ki saf ve temiz kalmasına toplum olarak izin vermiyoruz. Çünkü bizim doğrularımız var. Oysa onların sadece sevgiye ve kraker yiyen arkadaşlara ihtiyacı var. O nedenle bu yazım, tüm kraker yiyen kızlara yazılmış olsun. Zayıf, şişman fark etmez…