Yerli ve milli. Bu kavram Türkiye siyaset sahnesine Erdoğan’la çıkmadı. Türkeş, Erbakan, seksen darbesinin generalleri de bu vurguyu çokça kullandı.
Ancak AKP’nin en güçlü ifadelerinden biri haline dönüşen yerli ve milli kavramı, Cumhur İttifakı’nın parolasına dönüştü. Gündelik hayat ve onun siyasetle ilişkisinde “tayin” edici bir zemin yarattı.
AKP ve Cumhur İttifakı, geniş halk kitlelerinin “bağımsızlık”, “yerli üretim”, “dışa bağımlılığın azalması” gibi samimi duygularını semirerek inşa ettiği yerli ve milli kavramı, siyasi manipülasyon aracına dönüştürüldü. Gündelik yaşamda ilişki, davranış biçimlerinde “iktidar stratejisine” uygun olan “insan modelini” yerli ve milli kavramı ile yaratarak, hegemonik istikrarının bir aracı haline getirildi. Dış politikada dayak yendikçe, milli ve yerli kavramı bir kırbaç gibi içeride sallanmaya başlandı.
AKP ve MHP’ye “boyun eğmeyenler”, yerli ve milli olmayan hainlere dönüştürüldü. Yerli ve milli kavramı, belirsiz düşmanlara karşı korunaklı bir kalenin parolası haline getirilerek, paranoya duygusu beslendi. Kendi din ve milliyetinden olmayanlara karşı korku ve düşmanlık olarak tarif edilen zenofobi, “ötekine”, “kendisi gibi düşünmeyene” duyulan öfke olarak gündelik hayata yedirildi. AKP ve MHP’ye bağlılık ve itaat eden “makbul yurttaş” çerçevesinde, kapı komşun dahil herkes düşman olabilirdi! “Bak 155’i ararın ha, vatan haini, kürtaj yapıyoz burda” söyleminde olduğu gibi….
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “Yargıtay’ın kararı ayrıca turnusoldur, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur. Türkiye, Milli Yargısını batıcı ve neo liberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır, kimsenin bundan şüphesi olmasın” biçiminde son olarak milli vurgusunu dile getirdi. Öyle ya anayasa mahkemesi üyeleri de Cumhur İttifakı’yla kısmen ters düşerek yerli ve millilikten hızlıca men edildi!
Yerli ve millikten çıkarılanlar olunca, bir de şövalyeler gibi “seni yerli ve milli ilan ediyorum” denilerek kutsanacak, madalyalar takılanlar olacaktır. Yerli ve milli kavramının hakimiyet alanı belirsiz dış düşmanlardan çok iç düşman yaratmanın aracı haline getirildi. İsrail’in vahşi işgaline karşı çıkmak adına Starbukcs’a yönelik yapılan eylemlerde, kahve içen yurttaşların hedefe alınması dışardan çok içeride düşman motivasyonuna işaret etmektedir.
350’den fazla mağazada sendikada örgütlenerek grev hazırlığı yapan işçileriyle gündemimizde yer tutan Starbucks’ın, hangi sermaye grubuna dahil olduğu üzerinden “masum” gösterme tartışmalarına girmeyeceğiz. Ancak kahve içmek üzere giden kişilerin, “vatan haini”, “İslam düşmanı”, “İsrail piyonu” olarak kodlanmasının arkasında yatan “milli” ve “yerli” ile inşa edilen çarpık anlayışa dikkat çekeceğiz.
Belçika, İspanya, İtalya’da USB sendika üyesi liman işçileri, İsrail’e gidecek silahları yüklemeyerek Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olduğunu gösterdi. Ezilen uluslar ve ezilen işçilerin, uluslararası birliği ve dayanışma duygusu enternasyonalist sınıf bilincine dayanmaktadır. Milli ve yerli kavramsallaştırması ile en çok da enternasyonalist sınıf bilinci, gerçek bir dayanışma duygusu hedefe konularak, Starbucks’ta oturanın kahvesini yere dökmek gibi ayakları yere basmayan bir pratik inşa edilmiştir.
“Yerli ve milli” yaygarası koparanların mı yoksa işçi sınıfının enternasyonalist eylemlerinin mi Filistin halkıyla dayanışmada daha temel ve örnek bir yaklaşım içerisinde olduğu gün gibi ortadadır. “Bağımsızlık”, “yerli üretim” gibi kavramları samimi biçimde içselleştirmiş ancak doğru hedefe yönelmemiş kişiler için “Aptal bunlar, bu eylem ne alaka” gibi küçümsenmesi de ayrıca tehlikeli bir yaklaşımdır. (Devam edecek)