Siyaset, toplumsal fayda üzerine inşa edilir. Demokrasilerde seçimle göreve gelen siyasetçiler kendisini görevlendiren halk kitleleri adına politika üretir. Ürettiği politikaları da yine kamu görevi yapan basın mensupları aracılığı ile kamuoyuna aktarır.

Siyasi arenamızda halka dokunmayı başaran politikacı tipolojisini incelediğinizde hemen hepsinin basınla doğru diyalog kurmayı başarmış, mütevazı insanlar olduğunu görürsünüz.

'Küçük dağları ben yarattım' havasındaki siyasetçi ise kaybetmeye mahkumdur.

***

Bu kadar girizgahı niye yaptım diye merak etmişsinizdir. Hemen aktarayım.

Geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin kentsel dönüşümle ilgili açılışlarına katılmak üzere İzmir'e gelen CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı muhabir arkadaşlarımızı yine üzdü.

Yine diyorum çünkü İzmir'e her geldiğinde kendisini takip eden İzmirli muhabirlere tepeden bakıyor. Yağmur, çamur demeden, sıcakta soğukta saatlerce kendisini takip eden muhabirlerin sorularını yanıtlamadan gidiyor. Bu kadarla da kalsa iyi, bir de "Siz benim İzmir basınına demeç verdiğimi ne zaman gördünüz" şeklinde sözlerle arkadaşlarımızı rencide ediyor.

Oğuz Kaan Salıcı'nın İzmir basınına karşı takındığı bu tutumu bugüne kadar sahada görev yapan muhabir kardeşlerimiz yutkunarak karşıladı. Mesleklerine olan saygılarından ötürü bir tepki göstermediler. Ama artık yeter.

İktidar adayı olma iddiasındaki ana muhalefet partisinin en önemli isimlerinden biri basına böyle yaklaşınca, iktidar olmaları durumunda mevcut iktidar partisinden farkları kalmayacağına dair küçük ama önemli bir kaygı sebebi olabilir bu tavırlar.

Salıcı'nın neden böyle bir tavır takındığını araştırdığımızda ilginç bir duyum aldım. Geçmiş bir zamanda Sayın Salıcı İzmir'de bir gazeteciye demeç vermiş. Ancak sözleri çarpıtılarak yayınlanmış. Salıcı da kızdığı için böyle bir tavır geliştirmiş.

Salıcı'nın mantığı ile bakacak olursak, medyanın da tüm siyasetçilere tavır koyması gerekiyor. Yaşanan tekil bir olumsuzluktan dolayı geneli suçlamak nasıl bir mantıktır?

Sayın Salıcı, İzmirli muhabirler kaşınıza, gözünüze, boyunuza posunuza hayran oldukları için sizi takip etmiyorlar. Onlar, halkın haber alma hakkına olan saygılarından dolayı, CHP'nin kurumsal yapısına duydukları saygıdan dolayı size mikrofon uzatıyor, size soru yöneltiyorlar. Bunca yılın siyasetçisi olarak bir an önce bu tavrınızı gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum. Bir dahaki ziyaretinizde umarım hatanızı anlar ve İzmirli muhabir kardeşlerimizin gönlünü almayı başarırsınız. İzmir basını sizden bir özeleştiri bekliyor.

KÜME DÜŞEN İZMİR

İzmirli taraftarlar bu sezon karalar bağladı. Süper Lig temsilcilerimiz Göztepe düştü, Altay'ın işi mucizelere kaldı. İzmir 6 yıl sonra yine Süper Lig'de takımsız kalmak üzere. İzmirspor ise son üç haftaya kadar şampiyonluk kovalarken Bölgesel Amatör Lig'in saçma statüsünün kurbanı olarak Süper Amatör Küme'ye geriledi. Kulüplerimizin başarısızlığını kendi camiaları elbette irdeleyecektir.

Ancak genel olarak baktığımızda bu kentin dinamiklerinin 'futbol' olgusuna uzak durduğunu söylemek mümkün. Bu uzaklık bugünün konusu değil. 36 yıllık meslek hayatımın 26 yılını İzmir'de spor gazetecisi olarak geçirdim. Bu konuda kalem oynatacak kadar da bilgi sahibi olduğumu sanıyorum.

Net tespitimi söyleyeyim.

İzmir sermayesi futbolu sevmiyor. Futboldan uzak duruyor. Futbol endüstrileştikçe İzmir geriliyor. Çünkü bu sektörü karlı bulmuyor İzmir sermayesi. Tek istisnası FOLKART. Dolayısıyla çağın dinamiklerine ayak uyduran rakipler karşısında yetersiz kalıyor kulüplerimiz. Kentin şekillenmesinde söz sahibi olan odakların önceliğinde kesinlikle futbol yok. Camialar yüz yıllık geleneklerine dayanarak, gittikçe yok olan semt kültürlerine yaslanarak üç-beş fedakâr yönetici grubu tarafından acemice yönetiliyor.

Elbette kulüp bazında farklılıklar mevcut.

Göztepe'nin rotası farklı. "Hayallerimi bilseniz geceleri uyuyamazsınız" sloganıyla kulübü Altınbaş Holding'den devralan Mehmet Sepil'in hayallerini bilemeyiz ama taraftarların tam bir hayal kırıklığı yaşadığı kesin. Sepil'in kulübü dar bir kadroyla ve "en iyisini biz biliriz" edasıyla yönetmesinin sonucu hüsran oldu.

Altay'ın kulüp yapısı farklı. Genç bir başkanla iyi bir rüzgâr yakalayıp 3. Lig'den Süper Lig'e kadar basamakları birer birer atlayan siyah-beyazlılar teknik anlamda yaşanan istikrarsızlıkların kurbanı oldu. Genç başkan da teknenin su aldığını görünce, "Ben yokum" deyip gemiyi terk etti.

Altınordu'nun modeli farklı, yetiştiriciliği ve öz kaynaklarına dayanmayı, tesisleşmeyi ön planda tutuyor. Rekabetçi bir takım kurma iddiası yok, dolayısıyla camiasını heyecanlandıramıyor, tribünleri hep boş.

Karşıyaka ayrı bir model. Diğerlerinden ayrıştığı nokta uzun süre İzmir'in güçlü sermayesi Yaşar Holding'in desteği ile ayakta durdu. Şimdilerde model arayışında. Günü kurtarıyor, basketbolda elde ettiği başarılarla avunuyor. En azından spor kulübü olma kültürünü yaşatıyor diğer amatör şubeleriyle birlikte.

Bucaspor tamamen şahıs odaklı yönetilirken, İzmirspor amatörlükte çakıldı kaldı.

Uzun lafın kısası, futbolda küme düşen sadece kulüplerimiz değil.

İzmir topyekûn sınıfta kaldı, bu gidişle de toparlanacağı yok.