26 Mart günü, İzmir’de, sokakta yürüyen 17 yaşındaki Sezen, üç aydır ayrı yaşadığı erkek tarafından 16 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Kendisi de çocuk yaşta olan Sezen de karnındaki doğmamış bebeği de hayattan koparıldı.
20 Mart günü sabaha karşı İstanbul Sözleşmesi’nden çıktığımıza dair Cumhurbaşkanlığı kararı yayınlandı. O tarihten bu yana; 20 Mart’ta, İzmir Bayındır’da Serpil ve annesi, 22 Mart’ta Alanya’da Rabia, 23 Mart’ta Denizli’de Meral, İzmir’de Nagihan, Osmaniye’de Serpil kocaları ya da sözde sevgilileri tarafından öldürüldü.
Siyasi iktidara hep soruldu: İstanbul Sözleşmesi’nin neresine karşısınız? Ancak cevap alınmadı. Neye karşı oldukları yüzlerine haykırılmadı. O halde biz haykıralım. Siyasi iktidar ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını isteyenler Sözleşme’nin 12. maddesinde ifadesini bulan; kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacına karşı. Bu amacı gerçekleştirmek için kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri yani toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya karşı. Çünkü bunu yaptıklarında yani kadının da erkeğin de eşit ve özgür bir ülkede yaşamalarını sağlayacak bir ortam oluşturduklarında iktidarlarının da dayandıkları gerici zihniyetin de yaşama şansı kalmayacaktır.
Sözleşmeye karşı olanlar tam da sözleşmenin yok edilmesini amaçladığı, ayrımcılığı besleyen önyargıların ve törelerin savunucusudur. Kadınların neden öldürüldüğünü bildikleri halde bilmezden gelip “erkekler de öldürülüyor, cinayetin cinsiyeti olmaz” diyenlerdir. Zira onlara göre kadın ikinci sınıftır, erkeğinin namusudur. Birey değil eştir, annedir ve ancak bu kalıplara uygun davranması halinde değerlidir. İzin verilince konuşan, gülen, çalışan ve sokağa çıkandır.
Kadına karşı uygulanan şiddet sadece kızgın bir eşin veya sevgilinin cinnet getirmesi, kıskançlığı ya da sözde sevgisi değildir. Kadına yönelik şiddet önce kadını sonra tüm toplumu baskı altına almanın aracıdır. O nedenle kadın cinayetleri politiktir. Sıradan asayiş vakaları değil birey olarak var olma mücadelesi veren kadınların bastırılması için uygulanan bir araçtır.
Kadına yönelik şiddet sanıldığı gibi sadece kırsal kesimlerin, muhafazakâr ailelerin ya da geri kalmış şehirlerin sorunu da değildir. Hepimizin sorunudur. Son bir ayda Türkiye’nin yaşam kalitesi en yüksek, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında en duyarlı şehri olan İzmir’de yaşanan 3 kadın cinayeti bunu göstermeye yeter. Kadına yönelik şiddet hepimizin yanı başındadır, içimizdedir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için elinden ne geliyorsa onu yapmayan herkes sorumludur.
Sezen’leri, Rabia’ları, Nagihan’ları öldüren anlayışla, bu anlayışı savunanlarla mücadele etmeden, bu zihniyeti toplumsal hayatımızı belirleyen gücünden yoksun bırakmadan kadın cinayetleri işlenmeye devam edecektir. Sorun sadece bir sözleşmeye taraf olup olmamak değildir. Sorun hepimizin yaşamlarıdır. O nedenle mücadele topyekün, sürekli ve dayanışma içinde yerine getirilmedir. Bunu başaracak gücümüz var.