Suları da sermayelerine kattılar! Artık mikroplastikleri içeriyorlar bize. Onların kârları ve sermayeleri büyüyor ya bize neler oluyor?
SUDER (Ambalajlı Su Üreticileri Derneği), 2020 yılı verilerine göre Türkiye’de su pazarı hacmi 10,5 milyar litreye ulaşmış. Ülkemizde kişi başına yıllık ambalajlanmış içme suyu tüketimi 121 litre civarında. Oysa belediyeler halka içilebilir, kullanılabilir suyu Dünya Sağlık Örgütü standartlarında sağlamak zorundadırlar!
İyi ki, herkes ambalajlanmış su içemiyor. “Boğaziçi Üniversitesi Su Yönetimi Uzmanı Dr. Akgün İlhan: “... Bunun nedeni insanlarımızın içme suyu olarak şebeke suyuna duyduğu güven değil maalesef. Sandığımızdan çok daha fazla sayıda insan, ambalajlı suyun pahalı olması dolayısıyla satın alamadığı için zorunluluktan şebeke suyu içiyor. Ancak iyi haber, şebeke suyunun aslında ambalajlı suya göre daha güvenilir, temiz ve ucuz olması.” diyor.
Doç. Dr. Sedat Gündoğdu da: “Damacana su içenlerin maruz kaldığı mikroplastiklerin iki kaynağı var. Birincisi suyun paketlenmesi esnasında ve diğeri de damacanın özellikle kapaklarından kaynaklanan mikroplastikler. Damacana suları su sebilleriyle birlikte kullananların damacanayı sebile yerleştirirken kapağı delmek suretiyle yerleştirmesi sonucu ciddi miktarda mikroplastik sebilin haznesi üzerinden tüketicinin bardağına bulaşıyor... Alınan bir litrelik ambalajlı suda ortalama olarak 10,4 adet 100 mikrondan büyük mikro plastik bulundu. 100 mikrondan daha küçük mikro plastik parçası sayısı ise ortalama olarak 314 olarak tespit edildi. Yani günde 2 litre ambalajlı su içtiğinizde vücudunuza girecek mikroplastik sayısı 1277’ye çıkıyor... Bedenlerimiz yıllar içerisinde adeta mikroplastik çöplüklerine dönüyor... Mikro plastiklerin çevrelerindeki zehirli kimyasalları mıknatıs gibi kendilerine çekme özelliği var...” diyerek, ambalajlanmış suların nasıl bir tehlike oluşturduğuna dikkat çekmektedir.
Suyun ticarileştirilmiş olması, ambalajlanarak satılıyor olması halk sağlığı kadar ekolojik düzen için de yıkıcıdır. Doğal olarak var olduğu ekosistemden çalınan sular, doğal olarak ait olmadığı bir başka ekosisteme taşınmaktadırlar. Çalındıkları ekosistemdeki canlıların yaşaması için gerekli olan su eksiltilmektedir.
Kentimizde İZSU tarafından sağlanan musluk suyunun sağlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Ama yine de kalitesinin artırılmasını talep edebiliriz. İZSU, kentimize daha sağlıklı daha nitelikli su sağlayabilme konusunda yeterlidir, bu işi becerebilir.
İzmir’ in içme suyu için, Tahtalı Baraj Havzası’nın korunması sırasında, İZSU çalışanlarının nasıl büyük özverilerle çırpındıklarını onlarla iki yıl birlikte olarak bizzat gördüm. Yazık ki, bu çalışmalar ve İzmir’ in güney aksındaki tek su kaynağı Kanadalı TÜPRAG şirketinin altın madenine feda edildi. Organik Alfons üzümü üreten Efemçukuru köylülerine, bu üzümleri korumak için yaptıkları basit bir sundurma için çok ağır para cezası verilirken, TÜPRAG’ın suları kirleten, doğayı ağır metallere boğan altın madenciliği işletmesine göz yumuldu.
Bu yetmezmiş gibi 300 bin kişinin kullanma suyunu karşılayacak Çamlı Barajı’nın yapılması yine bu şirket için engellendi. İzmir’e kilometrelerce uzaktan başka havzaların başka yaşamların hakkı olan su borularla iletilmeğe başlandı. Yapılan bu yatırımların parasını İzmirliler ödedi elbette!
Ekolojik sömürü işte böyle iç içe geçmiş vaziyettedir. Sulara el konuyor, madencilik faaliyetleri Türkiye’ye yığılıyor, ekosistemler ve yaşamlar yok ediliyor.
Bugün için ticarileştirebildikleri su, ticarileştirecekleri suyun yüzde beşi kadarıdır. Daha ticarileştirecekleri yüzde doksan beş var. Ticarileştirebildikleri yüzde beşlik bu suyun ekonomik tutarı, tüm dünya petrol ticaretinden elde edilen gelirin yarısı kadardır! Bu nedenle dünyanın suyunu dört küresel şirket ele geçirmektedirler. Siz bakmayın su şirketlerinin adlarının “yerli ve milli” olduğuna. Hepsi yabancı şirketlerindir veya onlara doğru yol almaktadırlar. Bolivya Devrimi boşuna Su Devrimi diye adlandırılmamıştır. Su kavgası petrol savaşlarından büyüktür. Hele bu küresel iklim krizi artışıyla...
Türkiye’nin tüm sularına sahip çıkmalıyız. Suyun ticarileştirilmesine karşı durmalıyız. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin elinde çok becerikli, yetenekli İZSU vardır. İZSU, içme suyumuzu Dünya Sağlık Örgütü standartlarında verebiliyor. Ancak, içilebilirlik kalitesini artırarak, ambalajlı su satışının engellenmesine katkı sağlamalıdır.
Bu konuda İBB ve İZSU’yu zorladığımız kadar, suyumuzun içilebilirlik kalitesinin artırılması yönünde çabaları olduğunda da desteklemeliyiz.