Dostluğumuz yarım yüzyılı aştı. Konak Belediyesi’nde yıllarca Kültür ve Sanat Müdürlüğü yaptı, birkaç yıl önce emekli oldu. Kültür ve Sanat Müdürlüğü yaptığı sıralarda gerek müdürlüğün salonlarında ve gerekse başka mekânlarda yüzlerce sanat etkinliğine yol açtı. Önderliğini yaptığı söyleşilerde Aziz Nesin’den tutalım Demirtaş Ceyhun’a, Yaşar Aksoy’dan tutalım Muzaffer İzgü’ye, Şebnem İşigüzel’e; birçok yazar ve şairi konuk olarak ağırladı. Evvel ezel küçük burjuvaların ağırlıkta olduğu bir ticaret kenti olarak tanımlanan İzmir’e kültür ve sanat boyutu da kazandırmak için birçok güçlüğe göğüs gerdi. İzmir’de yaşayan birçok yazar ve şair, eski dostum M. Salim Çetin’in Kültür ve Sanat Müdürlüğü yaptığı o geçmiş yılları minnet ve takdirler anar.

Bu etkinliklerden birinde İzmir Kitap Fuarı vesilesiyle Konak Belediyesi adına bir söyleşide ben de görev aldım. Program şöyleydi: Ben birkaç soruyla ısınma turları attırdıktan sonra konuğumuz Hilmi Yavuz, Türk şiiri hakkında görüşlerini bildirecekti. Sonuçta öyle de oldu: Şiirimiz hakkında dergilerde filan eleştiri yazıları da yazanlardan birkaç görüşü dinleyicilere doğru aktardıktan sonra mikrofonu Hilmi Yavuz’a bıraktım. Alışılageldiği üzere o da düşüncelerini aktardı, dinleyicilerden gelen soruları yanıtladı, programımız bitti.

Öncesi miydi sonrası mı, hatırlamıyorum; yemek için Fuar’dan çıkıp Basmane’deki bir otelin restoranına doğru yürürken şiirden, şairlerden söz etmeyi sürdürdük. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın unutamadığım o sözünü burada bir daha hatırlamak isterim. Şöyle dedi Hilmi Yavuz: “Zamane şairlerinin birçoğunda şu engel var: Kendilerine usta edinmiyorlar. Yani bir geçmiş edinmekten kaçınıyorlar. Gelenekten yararlanmıyorlar. O yüzden de şiirleri sığ… Yavan.”

Hilmi Yavuz’un bu sözlerini o gün bugündür unutmadım; şair dostlarla söyleşirken sık sık anarım. Zira benzerini daha sonra Tarık Dursun K.’da gördüm, tanık oldum. Tarık Dursun K. da Maksim Gorki’nin, W. Saroyan’ın, Oktay Akbal’ın, Orhan Kemal’in, Maupassant’ın, Abdi İpekçi’nin adları ne zaman geçse saygılı bir ses tonuyla “Ustalarım. Onlar benim ustalarım!” derdi. Çünkü eskiden beri onları okuyarak çok şey öğrendiğini açık açık söylerdi.

Gerek Türk edebiyatında ve gerekse başka ülkelerin edebiyatında hangi yazarları bir biçimde yakından tanıma olanağım olmuşsa onlar hakkındaki ilk gözlemim, çalışkanlıklarının yanı sıra kendilerine usta edinmiş olmalarıydı. Etkilendikleri, bir süre takipçisi ve çömezi oldukları, yani yazdıkları türe onlardan önce çok emek vermiş olan ustaları derin bir minnet ve saygı ile andıklarını gördüm. Burunlarından kıl aldırmayanlara gelince… Bulundukları yerde sürekli patinaj yapıyorlar, görüyorsunuz.