Siyaset ve toplum… Belli başlı iki bakış açısı var; birincisi toplumun değerlerine göre siyaset yapmak. İkincisi, siyaseti, toplumu, gelecekteki evrensel değerlere taşımayı da içeren biçimde yapmak.
Bu iki bakış arasında ne fark var sorusunu sormayanlar birinci bakış açısına yatkın olanlardır. Bu düşüncede olanların bir kısmı kafasından bir şeyler geçirse bile bunu dışarı vurmaz.
İkinci bakış açısında olanlar ise, önce cümledeki bakış açısını sorgular. Siyaseti, toplumu, gelecekteki evrensel değerlere taşımak da ne demek, bu tepeden bakış yanlıştır. Toplumsal değerler zaten evrensel değerleri içinde taşır. Toplumun gelecek için kurduğu hayalleri yaşama geçirmeye çalışmak, bunları projelendirmek siyasetin temeli olmalıdır. Diyenler olacaktır. Ve daha neler, neler…
Birinci gruptakiler halkın istediğini söyler ve oyunu alır. Diğer gruptakiler tartışmanın özünü halka anlatmağa çalışır, hatta zorlanırlar. Muhalefette iken siyaset halkın memnuniyetsizliğini örgütleyebilme ve iktidar olduğunda bunları yapabileceğine inandırma sanatıdır.
İkinci grubu değerlendirme konusunu bu yazıda ele almayacağım. İktidar olan ve bunu sürdürenlerle ilgili birkaç saptamamı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunu da Korona öncesi ve sonrası diye ayıracağım.
2002 yılında söylemi ülkedeki sorunları çözme iddiası olan bir parti her kesime her vaadi verdi ve iktidar oldu. Okumuş, okumamış, profesör, sanatçı demeden büyük destek buldu. Yurt içinde ve yurt dışında dikkat çekti. Ülkedeki genel rahatlama yerini 2010’lardan sonra kemer sıkmaya, muhalefete baskıya bıraktı. Bununla beraber sorgulamadan oy verecek bir kesim makarna paketi, kömür torbası, sosyal yardım desteği gibi bir proje içinde yoksulluktan ölmekten kurtarıldı.
Emekli veya muvazzaf (görevli) asker, polis, jandarma, rektör, öğretim üyesi demeden bir dava ve tutukluluk dalgası estirildi… Yıllar geçti, kimi içeride, kimi dışarıda hastalıktan öldü, çoğunluğu aklandı. Bir “özür dileme” olmaksızın devlet onları yıllarca hapiste tuttu, kendileri kadar aileleri, yakınları, dostları, çalışma arkadaşları da eziyet çekti.
İktidar penceresinden ise, bu kişiler zaten muhalefettir. Esas olan iktidarın oy istediği kişilere dönük mesajlardır ki, bunların hepsi olumludur, projeler büyük, hedefler dünya liderliğine örnek boyuttadır. Televizyonda kadın, moda, magazin programlarını izleyerek bir hayal dünyasında olmak bir yana, yaşamını çocuğu, eşi ve torunlularının dertleriyle çerçevelemiş güzel insanlar, yoksulluk içinde olduklarının farkında mıdırlar? Muhtemelen, ancak tevekkülle şükreder ve devletten “iane” beklerler. Geçemedikleri köprü, tünel ve şehir hastaneleriyle özdeşleşip, bir gün bunu yaşayabileceklerini hayal ederler.
İktidar, iktidar olmaya böyle devam etti. Korona’da bir duraksama oldu, zira gelen ölümdü.
Hastalar virüsten ölüyor, ama tahlil sonucu gelmediği için zatürreden ölüyor gibi bir gerekçeyle acilen gömülüyor. Örnek, eski kara kuvvetleri komutanı.
Birkaç günlük suskunluktan sonra, mesajlar aynı biçimde verilmeye başladı. Örneğin, başlangıçta alınan önlemlerle hastalık Türkiye’ye geç geldi, bizde her şey var, dünyaya yardım ediyoruz, sevgili dostum Trump’a malzeme yolluyoruz filan…
Siyasetle ilgisi olmayanların uzak filan bir hedefi yok, onların yakın hedefi dışarıda gezmek.
Birileri çıkıp da hastalık zirve yaptı, iniş yolundayız dediği zaman sevinçten sokaklara fırlıyorlar. Zar zor sosyal yardım desteği alanlar ise yüzlerce metre kuyruğa sosyal mesafe tanımadan girip, üç kuruş hesaba yattı mı, yattı ise alabilmek için bekliyorlar.
Bakan açıklıyor, başarımızın sırrı hemen tedbir, tespit, hızlı tedavi.
Veri saklayarak iyimserlik havası ile millet virüsü çabucak unutacak gibi gözüküyor.
Hemen tedbir, tespit, hızlı tedavi. Yalandan kim ölmüş… Fakat korkuyorlar…