Bu haftanın konusu 15 Temmuz 2016 ve Ayasofya. Fetih ve diktaya direniş öyküleri birçoğumuzun kanını kaynatıyor. Televizyonlardaki programları izleyip heyecanlanıyoruz, sonra konuşmalar sona erince, gerçekle yüz yüzeyiz. Bu gerçeği geciktirmek için gece nöbet eylemleri, davetleri sadece katılanları etkileyebilir. O da bir süre. Gerçek şu ki işsizlik, enflasyon devam ediyor. Salgın hastalık Corona virüse karşı alınan önlemlerin yetersizliği de eklenince, ister istemez “ekonomide durgunluğun bir sonucu olarak, yoksulluğa doğru evrilişin” birçok kişi hala farkında değil. Ama farkında olanların sayısı her geçen gün hızla artıyor.
Bilgi eksikliği iktidarların işine yarar, halkı medya aracılığı ile yönlendirebilirler. Fatih’in aldığı İstanbul’un 13 Kasım 1918’de işgal edildiğini bilmez. İtilaf Devletleri'nin 61 harp gemisinden oluşan donanmasının İstanbul’a demir attıktan sonra, 3 bin 626 askerin karaya çıkıp önemli devlet binalarına yerleştirildiğini kaç kişi bilir? İtilaf devletleri Beyoğlu ve Rumeli yakasını İngilizlerin, İstanbul yakasını Fransızların ve Anadolu yakasını İtalyanların kontrolüne bırakmıştı.
Kaç kişi itilaf devletlerinin donanması İstanbul önlerinde demirlerken Mustafa Kemal’in de buna tanık olduğunu bilir?
Filistin-Suriye-Irak cephesini savunan Yıldırım Ordular Grubu'nun Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın, Yıldırım Ordular Grubu lağvedilince İstanbul'a trenle geldiği sırada demirlemekte olan İtilaf Devletleri’nin donanmasına bakarak “geldikleri gibi giderler” sözünü hala bilmeyenler var.
Aynı devletlerin 15 Mart 1920’de İstanbul’u abluka altına alıp, devlet binalarını ve karakolları teslim aldığını, İstanbul’daki işgalin 6 Ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordunun İstanbul'a girmesiyle sonlandırıldığını halka anlatmazlar. Ayasofya, 1453’ten sonra 1923’te yeniden Türklerin egemenliğine geçti. Bunu önce iyi anlayalım, anlatalım.
15 Temmuz 2016 konusu herkesin farklı boyutta değerlendirdiği bir konu. Benim vurgulamak istediğim, heyecan güzel bir duygu, herkes kendine göre bir anlam yükler. Ancak, yaşamın gerçekleriyle karşı karşıya kaldığımız zaman, sadece heyecan karın doyurmaz.
Nüfusumuz, 2017’de 79 milyona yakınken şimdi 83 milyona yakın. Çalışan sayımız ise SGK verilerine göre, 2017 yılında 22 milyon 280 bin iken, artacağı yerde 2019'da 22 milyona, 2020 Nisan ayında ise 21 milyon 383 bine düştü.
Bu ne demek, ekonomide ilerlemiyoruz, geriliyoruz.
Diyebilirsiniz ki ileri teknoloji işçileri işinden ediyor? Öyle mi, değil mi, hemen bakalım;
İstanbul Sanayi Odası’nın İSO-500 araştırması sonuçlarına göz atalım. İlk on arasında 9 firmanın verileri var. Bunlardan 2 tanesi petrol ve türevleri alanında, 4’ü otomotiv sektörü, 2’si demir çelik, birisi de beyaz eşya- elektronik sektöründe, bu da Arçelik. İleri teknolojiyi kısmen kullanan Arçelik dışında hepsi doğal kaynaklar, ağırlıklı çelik işleri.
Türkiye’de ileri teknoloji kullanımı 2017’de 3,6 iken 2019’da yüzde 6,9. Gelişme var ama toplam üretim içinde ileri teknoloji kullanımı devede kulak.
Oysa medya gücü ile bize neler anlatılıyor Avrupa’nın devi, dünyayı etkileyen ülke, üretimde bir numara, hayvan varlığında Avrupa’nın en büyüğü, Ortadoğu’yu titreten, Avrupa Birliğini yerlere yapıştıran, dünyanın kıskandığı, Rusya’nın gıpta ettiği, Trump’ın örnek aldığı, yardım istediği filan… Bu haberler bizi memnun ediyor. Ancak çarşıya, pazara çıkıldığında durum öyle değil.
Şanlıurfa AKP Gençlik Kolları Başkanı Mehmet Salih Saraç’ın girdiği jakuzide keyif yaparken, "ulan fakirler, oğlum beni rahatsız etmeyin. Tamam mı? Biraz keyif edeceğim de" demesi münferit bir olay mı? Pirzola yerken bana peçete ver dediği arkadaşının cebinden tomarla para çıkarıp verdiği yüz TL kağıt para ile pirzolayı tutarak yemesi de öyle…
Bu ülke “Bakara, Makara” deyimini de unuttu… Hepsi gelir geçer… Heyyyt huuuyun sedası bile kalmaz…
Sadece bizde değil, dünyada unutulmayan tek şey, bu ülkenin bağrından çıkan Mustafa Kemal Atatürk’tür.