Cemreler sırtladılar baharı getiriyorlar! Eski baharlar gibi olmasa da yine de getiriyorlar işte. Ancak çoğumuz doğadaki bu değişim sürecinde yaşananların farkında değiliz. Bahar çiçek, börtü böcek görülmez, kıymetleri bilinmez. Oysa parçalarımızdır bizim. Onlarla var olmuşuzdur. Birbirimiz için varızdır; dayanışma içinde.
Doğaya yabancılaşmada vardığımız yerde kirletilmiş hava, zehirlenmiş topraklar, borularda tutsak edilmiş sular, krizlere sokulmuş iklim vardır. Ama illâki de hepsi birden doğasından uzaklaştırılmış, yaşamları yok edilmiştir. Bu koşullarda yaşam nasıl sürdürülebilir ki?
Beton dünyasında asfaltlanmış yollarda doğaya aykırı, yaşam plânsız, kâr amaçlı, yaşamı dışlayan kültüre mahkûm edilmişiz.
Kaç çocuk veya genç Samanyolu’nu görebildi gökyüzünde? O uzayda yerkürenin varlığını, işlevini, önemini sorgulayabildi? O varlıkta kendi varlığını, yaşamının anlamını yorumlayabildi?
Neden yaşıyoruz? Yaşamımız ne işe yarıyor? Yaşam, en az ücretle sadece doyabilmek için çalışmak mıdır? Yaşam, artık bir avuç bile olmayanların konforları, lüksleri, fantezileri için var olmak mıdır? Bu mucizevî şansı ne için nasıl kullanıyoruz? Bunun da farkında mıyız?
Uzayda bir toz zerresi kadar bile yer tutmayan hatta görülmeyen bile şuncağız dünyada birileri anlamsızca sahip olmaya çalışıyorlar. Bu çabalarıyla yaşamı yok ediyorlar. Bizim yaşamlarımızı da anlamsızlaştırıyorlar.
Suya sahip olmak, toprağa sahip olmak, havaya sahip olmak... Evet, hepsinin sahibi var. Kyoto Protokolü ile artık hava da alınıp satılıyor. “Senin karbon emisyonun şu kadar benimkisi bu kadar.” Haydi kapasite alışverişi...” Çok karbon emisyonu olan yatırımlar bizim yaşam alanlarımıza.
Kendi cennetlerinde yaşarlarken, bize uğruna öldüğümüz topraklarda doyunacağımız ürünlerin üretimini yapacak topraklar bırakmadılar. Parasını verebilirsek onlara, ancak o zaman içebileceğiz derelerimizin sularını. Dört küreselleşmiş azman şirket dünyanın suyunu eline geçirmiş. Onların kârlarına kâr katmazsanız su içme şansınız yok. Bolivya halkı işte tam da bu nedenledir “Su Devrimi” ni gerçekleştirmiştir. Onlar için, onların çıkarları için kirletilen havamızı solutuyorlar bizlere.
Gökkarartan kulelerle bıçakladılar kentlerimizi. Sıra İzmir’imizde! Sonrasında günah çıkartırlar üzülmeyin, İstanbul için öyle yapmadılar mı?
İnciraltı yok edilmiş, Kültürpark yağmalanmış, Çeşme’ye kıyılmış! Olsun sermayeleri büyüdü kârları arttı ya...
Emek köle olmuş doğa yaşanamaz kılınmış sermaye egemenliğinde.
Öyle insan hakları, demokrasi, İstanbul Sözleşmesi uygulanması gibi istemleri ağzınıza bile almayın, acı biber sürerler. Kutlayacaksanız anneler gününü kutlayın sermaye kazansın. Neymiş o öyle ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’! Bir de emek ve kadınlar mı kazansaydı yani?
Uzayda bir toz zerresi bilmem görünür bilmem görünmez. Üzerinde yaşam oluşturmuş. Sonunda doğa insanlaşmış. Ancak, sermaye kültürü insanı yabancılaştırmış parçacığı olduğu yaşama, varlığa. Tükeniyor yaşam tükeniyor ömürler sermaye uğruna. Bahar geliyor fark edilmiyor. Ağaçlarda, çiçeklerde pek neşe yok, eskisi gibi coşkulu açmıyorlar. Börtü böcek korkar olmuş insanlardan; her yerde saldırılarına uğruyorlar. Oysa yaşam bir bütün ve her canlı dayanışmayla birbiri için var olarak sürdürebiliyor türünü. Yok edilen yaşamlar sermayeden değersiz mi?
Baharı fark etmek gerek diğer mevsimler gibi. Yeni bir dünya yeni bir anlayışla ve yeniden başlayarak...