Ankara Ulus’ta hemen hastanenin arka tarafında, Hergele Meydanı’yla Saman Pazar’ı arasında, kentin en güzel be tuhaf yerlerinden birinde, bit pazarında başlayacak öykü. Kutulara sıkıştırılmış fotoğraflar, kartpostallar bakıp, arkalarını okurken birinde dona kalmıştır.
“Bu gece Ankara’ya dönüyorum, gebersem de haberin olmaz zaten, Basmane Garı’nın orada bekledim, gelmedin, aldığım tüm kıyafetleri orada bir çingene kıza hediye ettim, gidiyorum”
Basmane Garı’ndayım, aklımda o kartpostal, beni almaya gelecek arkadaş gecikti, valizim, kitap kolilerim, pimaştan yapılma bir neyim var. Geldi, yola çıktık, gecekondu denizi, sıkışık sokaklar, ağaçlar yağmur kokuyor, ne güzel.
Babamın bir fotoğrafı var, Karşıyaka Evlendirme Dairesi’nde çekişmiş. Amcam ile yengem evleniyor, arkada duruyor, gelinliği o dikmiş bir buçuk günde. Mavi bir gömlek var üzerinde. Saçları dağınık.
Saçlarım dağınık, Buca’da bir durakta indik. Eve yürüyoruz. Sokakta ılık bir esinti. Kuş sesleri bile yağmurlu. Yağmur kuşları bunlar. Annem anlatıyor 17 yaşında daha, gizlice İzmir’e gelip Kordon’da bir evde kalıyorlar babamla. Saklanıyorlar ama neyden? Palmiyeler var, annem ilk defa görmüş. Palmiye ne ilginç bir ağaç. Ağaç gibi de değil, bir hayvana benziyor, bir hayvan, böyle uzun, derisi kalın.
İzmir DGM’nin bahçesi, bir sürü gencecik insan, neşe var. Cıvıltı gibi, sarılmalar, haller hatırlar var, birazdan içeri girecekler, kapıda kocaman devlet yazıyor, güvenlik yazıyor, mahkemesi yazıyor. Çocuklar el kadar, barış istemişler Irak’ta. Bazılarının aklında finaller, bazılarının aklında ödenecek kira, bazılarının aklında sevda. Haklarında ömürlerinden uzun ceza istenenler var. Ömründen uzun.
Çobançeşme’den aşağı salınıp Konak’a yürümekler. Narlıdere’nin tepelerinde yoksul Kürt kadınları, geldikleri yeri, getiremedikleri çocuklarını ağlıyorlar. Yamanlar’da Maraş Katliamı anması, mahalleyi katliamdan kaçan Maraşlı Aleviler kurmuş, kalplerine vura vura anlatıyorlar. Çamdibi’nde bir dernek içinde Tito’yu konuşuyor yaşlılar, hayırla anıyorlar, gençler bilmiyor. Asarlık’ta bir düğün, Dersimlilerin, dik halay oynanıyor, halay başı Kınıklı bir genç kadın, hayli kudretli vuruyor yere. Kadifekale’de bir Mardin akşamı. Tepeden aşağı bakıyorlar, ışıklar yanmış körfez sakin. Rizeli fırıncıdan ekmek alıp, peynire nakşedecekler. Bütün fırıncılar Rizeli, midyeciler Mardinli, duvarcılar Bingöllü, yufkacılar Kastamonuludur. Bunu herkes bilir.
Çünkü kentin katmanları vardır. Tarihi insanların hatıralarıdır. Kent müzelere sığmaz, bellekte tutulur ve bellekte sözlü tarihin, sosyal tarihin konusudur. Mekanlara anlam veren de insanların öyküleridir.
Bir kenti anlamak onun en bilinen yerlerini bilmekten öteye geçmeyi denemekle başlar. Her sokağına teması denemek ile başlar. Aksi halde hep bir turizm olur yaşam, hep turist olur yaşayan, hiç öyküsüne katılamaz, öyküsü derinleşmez, sokakların adlarını, şarkıların nakaratlarını, ölenlerin mezarlarını bilmeden olmaz, olmaz.
Bugün İzmir’i vesile ederek kente karışın demek istedim, öykünüzü dinleyin, kendi öykünüzü, kendinizi dinlemeyi öğrenip başkayı dinlemeye başlarsınız. Sizi siz yapan aslında bu sokaklar, aslında bu küf, bu küfür, kıyamet içindeki zaman. Sizi siz yapan tamamlanmış olan değil, tamam olmak için yola düşen şeyin güzelliği, bırakın öğretilmiş kenti, gezi rehberlerini bırakın, ticarileşmiş mekanları bırakın, karışın kente, karışın.
Muhabbetle.
Eleştiri, öneri ve görüş için [email protected]