Yorgo Prokopiyu, kavga başlamadan çok evvel 1876’da, Altındağ Kokluca’da doğdu.
Çok küçük yaşında kalemlere ve fırçalara merak salıp Hristiyan azizlerinin resimlerini yapıp, Kokluca mezarlığının önünde gelen geçene satıyordu. O sıralar Bornova’da yaşayan hem kadın hakları savunucusu bir aktivist hem de bir ressam olan bir levanten olan Hortense Wood’un ilgisini çekti. 15 yaşında Hortense hanımın himayesine giren Yorgo, Atina Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim aldıktan sonra İzmir’e döndü. 1902 yılında sahildeki Sporting Kulub’te ilk sergisini açtı. Adı artık Doğu Akdeniz’e yayılmıştı. İskenderiye ve Kahire’den davetler alıyor, Adis Ababa kralının portesini çizmek için davetle Etiyopya’ya gidiyordu. Bu arada Çakırcalı gibi İzmir kahramanlarının da resimlerini çiziyordu. Şehrin en güzel resimleri belki hala onun elinden çıkanlardır. Sonra Birinci Dünya Savaşı başladı.
Savaş İzmir’de her şeyi mahvetmişti. Şehirdeki Rumların bir şekilde arkadan vuracakları korkusu iktidara yayılmışken, gerek İzmirlileri kontrol altında tutmak, gerekse de cephe arkasındaki hizmetleri yapmak için Amele Taburları denen taburlar kuruldu. Yorgo savaştan yana hiç değildi üstelik bu taburlar hakkında gidenlerin geri dönmediği konusunda dedikodular çıkıyordu. Kemalpaşa taraflarında savaş bitene kadar saklanmaya karar verdi. Düzeninin böylesine bozulmasına neden olan savaşa ilgi duymaya başlamıştı. Gazete haberlerini okuyor, anlatılanları resmetmeye başlıyordu. Şehirlilerinin, memleketlilerinin Çanakkale direnişi ilk resmettiği savaş resmiydi.
Sonra savaş bitti. Saklanmaya pek gerek kalmasa da Osmanlı için kötü biten savaş, şehirdeki gayrimüslimlere tavrı da sertleştirmiş, gelecek başka bir savaşın da yolunu açmıştı. Venizelos’un askerleri İzmir’e çıktığında günlüğüne bunun daha büyük acılar getirebileceğini yazıyordu Bay Prokopiyu.
Şehirdeki en büyük ressam olarak adını artık bildirmiş Prokopiyu, işgal generallerinin de aklındaydı ve onu ordu ressamı olarak işe aldılar. 3 sene boyunca gazetelerde haberlerin yanında onun resimleri ve adı vardı.
Adı bilindiği halde, mutlak bir tutuklama geçireceğini ve fakat bu tutuklama neticesinde kendisinin ünlü bir sanatçı olduğunu ve affedileceğini umdu. Umduğu gibi olmadı. Ölüme mahkûm edildi. 14 Eylül günü, içinde var olduğu şehri yanarken Altınyol’dan yürütülerek, Örnekköy’e götürüldü. İşbirlikçilerin infazları Örnekköy’de yapılıyordu. Adı bilinmeyen bir Türk subayı, kendisinin ailesini son kez görmek için Kokluca’ya gidebileceğini söyledi. Ama sonrasında geri gelmesini ve idam edilmesini söyledi. Tabii ki Yorgo mesajı almıştı. Ailesini alıp yangın içindeki Fransız Konsolosluğuna sığındı. Ve doğduğu, gidip gidip geri döndüğü şehrini bir daha geri gelmemek üzere terk etti.
Yorgo Prokopoiyu’nun şehri terk ettiği tarihten yüz sene sonra, o idama gönderilirken yanan şehirde fakat, bu kez idam edilmeye götürüldüğü yerde bir yangın çıktı. Altı kişi öldü yangında, yüzlerce hayvan onlarca ev yok oldu. Daha yangının isleri ortadan kalkmadan bu yanan bölgenin orman vasfından çıkartıldığı ve neticede imara açıldığı görüldü Resmi Gazete’de.
Ben Yorgo Prokopiyu’ların hain bilindiği bir iklimde, onun şehrinde doğdum. Okudukça gördüm ki, bu insanlar başlarına gelenler yüzünden hainliğe düşmüş. Zorlanmışlar, zorbalanmışlar hayatlarının her anlarında. Ama yine de bu şehre sahip çıkmışlar onun güzel olması için, onun iyi anılması için uğraşmışlar. Sonra yok edilmişler, gönderilmişler. Kazandık dediğimizde, yüz sene sonra bu güzel şehrin yangınlarını, felaketlerini ona zorbalık yapmak için kullanıyoruz. İyilerden olduğumuzu söylüyoruz, güzellerden olduğumuzu söylüyoruz ama ne bu şehrin yangınlarını durduruyor ne ormanlarının betona dönmesini engelliyoruz. Madem yok edecektiniz bu şehri, madem ormanlarına betonlar dikecektiniz, neden bunca acıyı yaşadık demeyecek mi Bay Prokopiyu. En azından ben “Evet yapmaya çalıştılar, ama biz direndik. Biz hayır, yapmayın, yaptığınız doğru değil dedik, mahkemelere gittik kararları durdurmak için, mani olmaya çalışanları destekledik biraderim. Bunca aşı boşuna yaşanmadı, biz de bu şehri senin kadar sevdik” demek isterim. İzmir’e sahip çıkalım. Bu şehri sevenlerin, düşündüğümüzden çok olduğunu bilmektir tek muradım.