Yıl 1905. Smyrna'nın, yani İzmir'in büyüleyici atmosferi, Henrietta Le Mesurier'i kendine çekmişti.

Marsilya'dan yola çıkan ‘Sınai’ isimli gemisiyle Smyrna'ya varan Henrietta, Smyrna ile buluşmak için çıktığı güvertede dizili dağlarına, tepelerine, minarelerine, servilerine körfezin lacivert sularına hayran kalmıştı. İlk gününde Hotel Orient'te konakladı ve ertesi sabah, İzmir’in tarihi çarşısını keşfetmek için yola çıktı.

Kemeraltı Çarşısı'nın dar ve hareketli sokaklarında dolaşırken, Henrietta kendini bir masal diyarında gibi hissediyordu. Bu sırada, eski bir yapının önünde durdu ve büyülenmiş gibi içeriye adım attı. İçeri girer girmez, Alaaddin’in sihirli sarayında gibi hissetti. Çakaloğlu Han’ın mistik havası, gönüllü hemşire Henrietta'nın hayal gücünü harekete geçirdi. Kapıda sebze satan tüccarlar, balkabağından yapılmış gibi arabalara meyve taşıyanlar, deve güdücüleri ve Türk kadınlarını takip eden köleler, bu egzotik ortamı tamamlıyordu.

Çakaloğlu Hanı, ortasındaki geniş koridoru ve her iki yanında dizili on sekiz odasıyla tarihi bir ihtişam sergiliyordu. Bu odalardan birinde, Dr. Gibbon kalmaktaydı. Henrietta, hanın içinde gezinirken, yüksek pencerelerden süzülen ışık oyunlarının büyüsü altında, Dr. Gibbon ile tanıştı. Dr. Gibbon, Smyrna'daki İngiliz Hastanesi'nde çalışan saygıdeğer bir kişiydi ve Henrietta'nın ilgisini çekmişti.

Henrietta, Dr. Gibbon’la hanın avlusunda sohbet etmeye başladı. Dr. Gibbon, İzmir'in tarihi ve kültürü hakkında bilgi verirken, Henrietta onun bilgi birikimine ve nazik tavırlarına hayran kaldı. Her akşamüstü, hanın pencerelerinden süzülen altın ışıklar altında buluşup sohbet etmeye başladılar. Bu buluşmalar, ikisinin de kalbinde filizlenen bir aşkın tohumlarını attı.

Bir gün, Henrietta ve Dr. Gibbon, Kemeraltı'nın renkli çarşısında gezerken, Henrietta'ya özel bir hediye vermek istedi. Çarşıda dolaşırken, Türk erkeklerinin sıklıkla kullandığı tespihleri gördüler. Dr. Gibbon, bu tespih tanelerini kullanarak Henrietta için zarif bir bilezik yaptırdı. Bilezik, tespih tanelerinin mükemmel bir uyumla bir araya getirildiği, benzersiz ve anlamlı bir hediyeydi.

Henrietta, Smyrna'da bulunduğu süre boyunca, İzmir'in antik tarihine de ilgi duymaya başladı. Bir gün, Prusya Konsolosu Spiegelthal ile bir davette tanıştı. Spiegelthal, antikaya meraklıydı ve Kadifekale'de bulunan bir heykelin başını Berlin'e götürmek için çalışmalara başlamıştı. Bu heykel başının Belkıs (Semiramis) ya da Kıdefa/Kaydafe Ana’ya ait olduğu düşünülüyordu. Henrietta, bu antik hazinenin Smyrna'nın tarihi dokusuna nasıl ışık tuttuğunu anladı ve Spiegelthal'ın gizli planlarına yardım etmeye karar verdi. Bu hikâyeyi de kaleme aldığı "Smyrna" kitabında ayrıntılarıyla anlattı.

Dr. Gibbon ise İzmir tarihine derin bir aşkla bağlıydı. Kadifekale'ye sık sık çıkar ve bu tanrıça heykel başını saatlerce izlerdi. Bu antik eser, onun için İzmir'in ruhunun bir parçasıydı. Ancak, sevdiği kadının Prusya Konsolosu Spiegelthal'a bu heykeli Berlin'e kaçırma planlarına yardım etmesi, Gibbon'un kalbini kırdı. Gibbon, İzmir'in tarihi zenginliklerinin başka bir ülkeye götürülmesine karşıydı ve Spiegelthal'a yardım eden Henrietta'ya karşı büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Henrietta, Spiegelthal'a yardım ettiğini açıklayınca, Gibbon ile aralarındaki bağ kopma noktasına geldi. Gibbon, İzmir'in tarihine olan aşkı ve Kadifekale'deki Semiramis heykelinin Smyrna'da kalması gerektiği konusundaki inancı nedeniyle, Henrietta ile yollarını ayırmak zorunda kaldı. Bu ayrılık, ikisi için de derin bir üzüntü kaynağı oldu. Ondan sonra hiç konuşmadılar.

Henrietta, görev süresi dolduğunda İngiltere'ye dönmek zorunda kaldı. Ayrılık vakti geldiğinde, Çakaloğlu Hanı'nın duvarları ve koridorları, bu büyük aşkın sessiz tanıkları oldular. Dr. Gibbon, Henrietta'nın kapısının önünde sessiz gözyaşlarıyla vedasından sonra da hanın odasında kalmaya devam etti. Henrietta'nın Dr. Gibbon’a vedasından önce verdiği bilezik, onun en değerli hatırası olarak kaldı. Bir de önsözünde doktora teşekkür ettiği ‘Ismeer’ adlı kitabı.

Henrietta, İngiltere'ye döndüğünde, İzmir'e ve Dr. Gibson'a duyduğu aşkı ve İzmir'in büyüleyici tarihini anlattığı "Ismeer-Smyrna" kitabını yayımladı. Bu kitap, İzmir'in mistik dokusunu ve Çakaloğlu Hanı'nda filizlenen aşkı, gelecek nesillere taşıdı. Henrietta ve Dr. Gibbon’un hikayesi, Çakaloğlu Hanı'nın tarihine kazındı ve bu tarihi yapı, onların ve kentin aşkıyla yaşamaya devam etti.

Bir zamanlar Kemeraltı'nın simgesi olan bu tarihi yapı, geçtiğimiz yüzyılın izlerini taşırken, şimdi ise karton ve mukavva kutularının arasında hüzünlü bir anıt gibi duruyor.

Belki bir gün, Çakaloğlu Hanı yeniden canlandığında, Henrietta ve Dr. Gibbon’un aşkı da Kemeraltı'nın kalbinde yeniden hayat bulacak.
Hatırlatma: Prof.Dr. Ergun Laflı ile İz Televizyonu'nda, Kemeraltı hanlarına nostaljik bir yolculuk yaptık. Bu mistik serüvende Çakaloğlu Han ile ilgili ilginç detaylarına dair notlarım var. İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Kaynak: İZMİR’E GELEN KADIN GEZGİNLER/Semra Daşçı