Yaşadığımız her olay; bağımsız bir yargı sistemimiz olmazsa neler olabileceğini, temel sorunun ne olduğunu, çözümün nerede olduğunu açıkça gösteriyor. Ancak biz her defasında sorunu ve çözümü değil, bunları ortaya koyan olayı tartışmayı sürdürüyoruz.
Sanki her şey yolundaymış, iyi işleyen bir yargı sistemimiz varmış da arada sırada sorun çıkıyormuş gibi sistemi değil ortaya çıkan sorunu/ kararı konuşup duruyoruz. Gündeme gelen olayı, arkasından verilen yargı kararını, kararın hukuka aykırılığını tartışıyoruz.
Oysa hepimiz tartıştığımız olayın kökenini biliyoruz. Verilen kararın neden verildiğini, kararın dayanaklarının hukukla ilgisinin olmadığını biliyoruz. Sorunu da çözümü de biliyoruz. Sorunun kaynağını da çözüm için ne yapılması gerektiğini de biliyoruz. Ama ne oluyorsa oluyor bu bildiğimiz şeyleri bir araya getiremiyoruz. Sorunun adını açıkça dile getiremiyoruz. Çözüm için ilk koşulun bir araya gelmek olduğunu bildiğimiz halde bir araya gelemiyoruz. Kendimizden farklı saydığımız kişilerin de bizimle benzer talepleri olduğunu göremiyoruz.
İzmir’de yaşanan camilerden şarkı çalınması olayı da bize aynı şeyleri bir kez daha gösterdi. Yaşanan olay sonrasında, olayın failleri değil olayı Twitter üzerinden paylaşan bir kişi tutuklandı.
Verilen tutuklama karanının hukuka aykırı olduğunu, ortada suç sayılan bir fiilin bile olmadığını söylemenin anlamı yok. Çünkü söz konusu kişiyi tutulmaya sevk eden Cumhuriyet savcısı da kararı veren yargıç da konunun hukukla ilgisi olmadığını biliyor.
İşte sorun da tam burada: Camiden müzik yayını yapan kişileri bul(a)mayan devletin, bu olayı paylaşan kişiyi getirip teslim ettiği yargı sistemi, ortada bir suç olmadığını hadi suç olsa bile tutuklamayı gerektiren bir durum olmadığını bildiği halde neden tutuklama kararı veriyor?
Bu sorunun açık ve herkes tarafından bilinen cevabı şudur: Türkiye’de yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlayacak mekanizmalar yoktur. Türkiye’de yargıç teminatı yoktur. Yargı mensuplarının seçilmesinden atanmasına, tayininden soruşturulmasına kadar bütün kurallar bakımından keyfilik ve belirsizlik hakimdir. Bağımsız yargının teminatı olması gereken HSK siyasi iktidar tarafından belirlenmektedir. HSK'nin siyasi iktidarın baskısına karşı koyma gücü yoktur. Yargıç ve Cumhuriyet savcıları, verdiği veya vermediği karardan, söylediği bir sözden dolayı başına her şey gelebilir durumdadır. Kendisini muktedire karşı koruyamayan yargı, sizi muktedirden koruyamaz.
Diyeceksiniz ki; “durum bu olsa da bir yargı mensubu, hukuka aykırı olduğunu açıkça bildiği bir kararı nasıl verir?” Haklısınız. Veremez, vermemelidir. Ancak doğru kararı vermek bir yargı mensubu için “kahramanlık” veya “cesaret” haline gelmişse ya da yargı mensupları göreve seçilirken liyakat asıl ölçüt değilse toplum olarak bizim düşünmemiz gereken kararı veren yargı mensubunun sorumluluğu değil adalet sisteminin geldiği durumdur.
Tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemi kurmadıkça kimse güvende değildir. Bugün kendini en güvende ve en güçlü hissedenler bile bir gecede durumun değişebildiğini, kendilerinin de aslında güvencesiz olduğunu geçmişte yaşananlardan görebilirler.
Bağımsız bir yargı sistemi kurabilmenin ön şartı demokrasidir. Demokrasiyi, iyi işleyen parlamenter sistemi yeniden kurmadıkça tarafsız ve bağımsız bir yargı sistemimiz olmayacak. Özgür, demokrat, refah içinde yaşamak isteyen, daha güzel bir ülke isteyen herkes, aralarındaki her türlü farklılığı bir kenara bırakarak bir araya gelmedikçe; verilen yargı kararlarını, korku imparatorluğunu, işsiz sayısını, kapanan dükkânları, yoksulluğumuzu konuşmaya devam edeceğiz.
Bizi mutsuz eden, geleceğimiz için endişelendiren bu düzene mahkûm değiliz. Her türlü farklılığımızı saklı tutarak; özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet temelinde bir araya geldiğimizde bu düzeni değiştirebiliriz. Daha özgür ve mutlu bir ülke mümkün!