Küresel eşitsizliğin geldiği boyut Inequality Lab tarafından yayınlanan 2021 Dünya Eşitsizlik Raporu’nda bütün çıplaklığıyla gösterildi. Yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olduğu günümüz dünyasında sömürünün boyutunun giderek arttığı rakamlarla ortaya konuldu. Rapora göre; dünyada en zengin yüzde 10’luk kesim tüm gelirin yüzde 52’sini alırken en yoksul yüzde 50’lik kesim yani dünya nüfusunun yarısı üretilen tüm gelirin sadece yüzde 8’ini kazanıyor.
Kitlelerin yoksullaşması ve gelir dağılımındaki bozulma neoliberal politikaların dünyaya egemen olduğu 1990’lardan itibaren daha da arttı, kalıcı ve sürekli hale geldi. Bunun soncu olarak 1990’ların ortasından bu yana biriken tüm servetin yüzde 38’ini, en zengin yüzde 1’lik kesim tek başına aldı. En alttaki yüzde 50’lik kesimin yaklaşık 30 yılda biriken bu yeni servetten alabildiği pay sadece yüzde 2.
Türkiye’de de durum farklı değil. Türkiye’de üretilen tüm gelirin yüzde 54,5’ini nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesimi alırken, nüfusun yüzde 50’si yani yarısı gelirin sadece yüzde 12’sini alabiliyor. Ülkemizde toplumun yarısı, milli servetin yalnızca yüzde 4’ün elinde tutarken, en zengin yüzde 10’luk kesim tüm servetin yüzde 67’sine sahip. Toplumun yarısının yıllık geliri ortalama 85 bin lirayken en zengin yüzde 10’un yıllık geliri bu rakamın 23 kat fazlasıyla 463 bin lira. Üstelik yoksulların en yoksul kesimi yani derin yoksulluk yaşayanlar için günde 232 liraya denk gelen bu ortalama geliri elde etmek bir hayal.
Gelir eşitsizliğini ölçen Gini Kat Sayısı’nda da TÜİK verilerinde de durum farklı değil. Türkiye, gelir dağılımında Avrupa ülkeleri arasında en kötü durumdaki ülke. Hangi araştırmaya, hangi rakama bakarsanız bakın Türkiye’de son 20 yılda zengin daha zengin, yoksul daha yoksul hale geldi.
Peki neden? Son 30 yıldır bize kalkınma, başarı, gelişme, zenginleşme hikâyeleri anlatırken toplumun büyük kesimi neden giderek yoksullaşıyor? Bu kadar kalkınmış ve zenginleşmiş bir dünya varsa yoksulluk neden bu boyutta? Bir lira daha ucuza ekmek alabilmek için binlerce insan neden halk ekmek kuyruklarında?
1980’lerden itibaren tüm dünyayı kasıp kavuran neoliberal politikalar, refah toplumunu, sosyal adalet anlayışını ve kamucu bakış açısını sürekli kötüledi. Devletin hantal, ekonomiden anlamayan bir yapı olduğu, kamu görevlilerin yolsuzluk yaparak devlet işletmelerini soyduğu ve batırdığı söylendi. Tüm bunlar kısmen doğruydu. Ama sorun şuydu ki bu doğruları söyleyenler söz konusu kötü yönetimin ve yolsuzluğun sebebiydiler. Devlet kurumlarını bilerek batırarak kamucu ekonomi politikalarının terk edilmesi için toplumsal rıza oluşturdular.
Oluşan toplumsal rıza gerekli ise de iktidara gelmek ve iktidarı sürdürmek için yeterli değildi. İşçinin, emekçinin, üreticinin, yoksulun lehine olmayan politikaları sürdürebilmek için toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan bu kesimlerin oyuna ihtiyaç vardı. Geniş halk kitlelerinin kendilerini soyan, yoksullaştıran, üretilen geliri bir avuç zengine aktaran politikacılara destek vermelerini sağlamak için bir yol bulunmalıydı.
O yol bulundu. Halkın kendi yararına olanın ne olduğunu düşünmesini ve siyasi tercihlerini ona göre yapmasını önlemek için tüm politik söylemler etnik kimlik, din ve mezhep üzerine kurgulandı. İnsanların siyasal tercihlerini içinde bulundukları koşullara göre belirlemesini önlemek için bu kavramlar öne çıkarıldı, kutsandı. Oysa sigortasız olarak, asgari ücretin altında, kaçak işyerlerinde çalıştırılan Kürt de Türk de, başörtülü kadın da başörtüsüz kadın da, Alevi de Sünni de aynı sömürüye uğruyordu. Aynı kişiler ve anlayış tarafından sömürülen bu kişiler aynı siyasi tercihleri yapmak yerine soruna ayrıştırıldıkları etnik, dini ve mezhepsel açıdan bakarak farklı tercihler ortaya koyup kendilerini sömürenle değil birbirleriyle çatışıyordu.
Siyaset bu zeminde yapılıp oy alabildiği için üretimin hakça bölüştürülmediği, üretenin yoksullaştığı, kamu kaynaklarının halkın yararına değil bir avuç zengine verildiği apaçık ortada olan 2022 bütçesi TBMM kürsüsüne çıkan iktidar milletvekilleri tarafından aynı zeminde savunulabildi. Bütçe konuşmasında söz alan milletvekili “bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanımızı parçalayamayacaksınız, ezanları susturamayacaksınız” sözlerini boşuna söylemiyor. Ya da Markx mezarından çıkabilse söylediği “zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok” sözünü bu kadar güzel anlatabildiği için alnından öpeceği bakan Nebati “ekonomi düzelmezse sen fazla enflasyon altında ezilirsin, oysa ben servetimi kaybederim” sözlerini büyük bir rahatlıkla söyleyebiliyor.
Siyasi iktidarın bakışı da tercihleri de bu tercihlerin sonuçları da açık ve net. Ekonomi çöktüğünde, maaşını yani asgari koşullarda yaşama hakkını kaybedecek insanlar, sırtlarından servet yapan ve ekonomik krizde bu serveti kaybetmekten korkan insanların iktidarını değiştirmedikçe gelir adaletsizliğindeki bozulma daha da derinleşecek. Şimdi kendimize bazı sorular sormalı, halkın gündemine bu soruları taşımalıyız. Bu sömürüye daha ne kadar katlanacağız? Ürettiğimiz gelirin ve servetin bize ve çocuklarımıza değil sırtımızdan geçinenlere kalmasına daha ne kadar izin vereceğiz? Artık aramızdaki etnik, dini, mezhepsel farklılıkları değil, sınıfsal ortak paydalarımızı öne çıkarma zamanı gelmedi mi?