Mutlu insan neden yazsın, neden söylesin, neden çizsin, neden oynasın, neden, neden, neden… Yunus, “derdim vardır inilerim” dememiş miydi? Mutlu, huzurlu, her şeyi yerli yerinde olana düşen, bütün bunların keyfini çıkarmak, sürüp gitmesi için elinden geleni yapmak değil midir?
Yazıp çizenin, türkü söyleyenin, kayayı oyup şekil verenin, sahne alanın, kamera karşısında ağlayıp gülenin mutlaka, ama mutlaka sırları vardır. Onları canlı tutan sırları… O sırları için varlar ve o sırlar onlarla birlikte yıldızların arasından kayıp gider.
Normal olup sana bana mı benzesinler? Bunu mu istiyorsunuz yani? O zaman meramınızı kim dile getirecek, kim yakacak türkünüzü, kim söyleyecek şarkınızı? Siz hiç Kerime Nadir’in herhangi bir romanında Nalan ya da ne bileyim Kenan olmadınız mı? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’undaki Suat’ı bilir misiniz? Raskolnikov’la akraba oldunuz mu hiç? Çocukluk aşkını Dolores’te bulan Dr. Humbert’in acılarına tanık mısınız? Sahi, Anna Karenina’daki yüzbaşının adı neydi?
Ya Kırmızı Pazartesi’deki Sebastian siz olsaydınız?
Ahmet Haşim boşuna mı dedi: “Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta / Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” Çünkü öyledir, gizli bir dildir yazmak, söylemek, Yunus gibi “inilemek” Kıskanmaktan deliye döndüğünüz sevgilinize siz hiç “yüzünde göz izi var / sana kim baktı yârim” dediniz mi?
Üçgendir aşklar. Üçgenin dar açısı için “ne vakit karşımda görsem / öldüreceğimden korkardım” dediniz mi sahi?
Çünkü bir meselesi var onların hayatla. Ya yanlış buluyorlar bir şeyleri ya anlamsız. Belki de her şeyin bomboş olduğunu bildiklerinden bir anlam veremiyorlar bu kadar acıya. İnsanın insana ettiğine bakıp nasıl mutlu olabilir ki insan? Faşizm neden icat edildi, bilen var mı? “Cehennem biziz” diyen başkaları değil. “Kim bilir, belki de başka hayatların cehennemidir bu dünya” diyen büsbütün haksız olabilir mi?
Aşk nereye kadar? Gittiği yere kadar, diyor. Çünkü biliyor başlayan her şeyin bir süre sonra biteceğini. Sonra dönüp, beni seviyor musun, diye soruyor. Nasıl desin, “Ben sende yalnız seni değil, bütün doğayı; ağacı, kuşu, bulutu, gökyüzünü, denizleri seviyorum, sen busun, hepsini kuşatansın.”
Mutluluk yok edicidir. Her şey kendi çevresinde anlaşılmaz bir devinimle döner durur. Ne bir şimşek, ne bir yıldırım, ne bir deprem… Tekdüzedir mutluluk. Aşksa oburdur, hep daha çok ister, doymaz. Saklayın bu sırrı. Sizinle birlikte gitsin sonsuzluğa. Sonra siz sağ, ben selamet!