“Bütün milleti savaşçı bir tarım silahların başına toplamayalım. Ellerine tüfek ve kılıç vermeye çalıştığımız adamlara kısmen olsun bundan sonra kazma, kürek vesaire tevdi edelim. Vatan için yol yapsınlar, şimendifer inşa etsinler, nehirlerin mecralarını tanzim eylesinler”
Bu sözler bu yüzyılın başında yaşamış, bir imparatorluğun gireceği son savaştan önce Abdullah Cevdet tarafından söylenmiş sözler. Bu topraklarda daha önceden de savaşa hevesli olanlar olduğu gibi, savaşı nefretle karşılayanlar oldu. Azdılar, yalnızdılar, hırpalandılar, örselendiler ama bildiklerini söylemekten çekinmediler. Biz şimdi tarih penceresinden baktığımızda bu insanların ne şekilde haklı olduğunu, zaruri bir şekilde kendi canını kurtarmak dışında yapılan bir savaşın bu topraklara hiç bir zaman hayır getirmediğini görebiliyoruz. Tarih Abdullah Cevdet’i ve dizelerini haklı çıkarttı: “Kanında hayvanlık zehir saçsa da/ insanlığa yine inan ey insan/ merhamet arşı ol “kuvvet’innur’un,/ Öldürmeden utan, ölmeden usan”
Abdullah Cevdet tek değildi. Azdık bu topraklarda ama hiç değildik. İçimizden en büyüğü en muhteşemi Tevfik Fikret’ti belki de. 1905’te, kıyımın arifesinde şunları Tarih-i Kadim şiirinde yazıyordu “Din şehit ister, asman kurban / Her zaman her tarafta kan, kan, kan”. 1911’de bu kez Haluk’un Defteri kitabında yayınlanan “Haluk’un Amentusu” şiirinde savaş ve milliyetçiliğe karşı çok iyi bilinen “Milletim nev-i beşer vatanım ruy-i zemin” dizesiyle barışı ve insanlığı savunur. “Kan şiddeti, şiddet kanı besler” derken geçmişte hep aksi yaşanmış olsa da (bir an için evdadımı nisyanla”) savaşı topyekün sona erdirme iradesini ortaya koyar.
Fikret 1915’de “Harb-ı mukaddes” şiriyle lafını artık hiç esirgemeden cephede boş yere ölen askerler, kurda kuşa yem olan kanlı naaşları, bağırışları, geride kalan yanan yıkılan evleri, yetimleri, yoksulları anlattıktan sonra savaşa aleni şekilde söylenir: “Lanet sana! Ey ‘harb-i mukaddes’ / Sensin bütün ekvanı eden böyle mülevves/ Lanet sana, lanet sana ey gaile-i harb/ İnsanlığa bir darbesin ey harp”
Bununla birlikte tarihte unutulmuş, hakkının, hatrının sorulmadığı bir kitle de yaşamıştır bu topraklarda. Daha sonrasında Yunanistan Komünist Partisi, olarak anılacak SEKE’nin üyeleri Venizelos’un İzmir macerasına şiddetle karşı çıkarlar. Onlara göre savaş bir cinayettir ve Ege’nin mavi suları kırmızıya boyanmamalıdır. Atina’da 90’ı idam edilir, İzmir’de, Urla’da Akhisar’da, Afyon’da idam edilen savaş karşıtı Rumların net bir sayısını bugün bilmiyoruz. Dönemin gazeteleri sayılarını türlü nedenlerden bildirmemiş, ama hain demişler, vatansız demişler. Oysaki bir kaç sene içinde bunları söyleyenler kendi vatanlarında bir halkı felakete düşürdükleri için kendi orduları tarafından idam edilecektir.
Azız ama yok değiliz. Ve cefalar çektik ve hor görüldük ve aşağılandık. Türlü zamanlarda hain olarak anıldık yaşamı ve yaşama dair olan şeyleri savunduğumuz için. Ama en nihayetinde haklı çıktık. Tarih bizim fikrimizin haklılığını yazdı, yazıyor ve yazacaktır. Uluslararası siyasette, devletimizin hakkını korurken tek geçer akçe şovenist ve militarist bir tutum değildir, olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti savaşı isteyen taraf, savaşı arzulayan taraf olmalıdır. En haklı davamızda bile savaş ancak bize saldırdıklarında arzulanan bir şey olmalıdır. Gazi Paşa’nın çocuklarının yolunu aydınlatacak görüş, savaştan geçmeyecektir.