Efes Yamaç Evler, sadece Roma İmparatorluğu'nun zengin kesiminin yaşadığı lüks konutlar değil, aynı zamanda derin aşkların ve trajedilerin sahnesi olmuş büyüleyici bir yer.

Bugün, bu evlerin duvarlarına kazınmış grafitilerden biri, binlerce yıl öncesine ait bir aşk masalını fısıldıyor bize: Sabina ve Solon’un hikayesi.

Kentin Işıltısı ve Karanlık Köşeleri

M.S. 1. yüzyılda, Efes Antik Kenti'nin merkezinde yer alan Yamaç Evler, Bülbül Dağı’nın kuzey yamacında yükseliyordu. Zengin Romalılar, mozaik süslemeli yerlerde ve freskli duvarların arasında, konforlu yaşamlarının tadını çıkarıyordu. Ancak bu ihtişamlı yaşamın altında, gününü inim inim inleyerek geçiren kölelerin sessiz çığlıkları yankılanıyordu. Statüler, sınıflar, soylular ve köleler... Her biri, bu devasa yapıların ardındaki karmaşık sosyal yapının bir parçasıydı.

Gizli Bir Aşkın İzleri

1962 yılında yapılan kazılarla gün yüzüne çıkarılan bu evler, sadece tarihi ve estetik bir miras değil, aynı zamanda bir aşkın sessiz tanıklarıydı. Bir duvar yazısında, Solon adında bir şair, sevdiği kadının adını şifreli bir şekilde yazmıştı: "Üç, beş, on ikiyi seviyorum" Bu anlamsız gibi görünen cümle, rakamların harflere çevrilmesiyle gerçeği ortaya çıkarıyordu: Sabina.

Sabina ve Solon

Sabina, güzelliği ve cazibesiyle Efes’in en dikkat çeken kadınlarından biriydi. Özgür ruhlu, içinden geldiği gibi hareket eden bir kadın olan Sabina, toplumun beklentilerine meydan okuyor ve istediği gibi yaşamayı tercih ediyordu. Solon ise, güçlü bir devlet adamı ve şairdi. Onun bilgeliği ve karizması, Sabina'nın ilgisini çekmişti. Ancak onların aşkı, toplumun kabul edemeyeceği kadar derindi. Sabina’nın özgürlüğü ve Solon’un itibarı, bu aşkı daha da zor kılıyordu.

Aşkın Dilinde Yazılmış Şifreli Mesajlar

Solon, sevgilisi Sabina’ya olan aşkını açıkça ifade edemiyordu. Bu yüzden duvarlara, rakamlarla şifrelenmiş mesajlar yazıyordu. Bu mesajlar, Sabina’nın adıyla başlayan bir akrostiş şiirle de taçlanmıştı:
Seviyorum üç’ü  
En tatlı beş’i
Nasıl anlatsam on iki’ yi
İlk harflere baksana…Size de tanıdık geldi mi?  
Bu şiir, Solon’un Sabina’ya olan derin aşkını ve onu her an düşündüğünü anlatan bir aşk mektubuydu. Sabina, bu gizli mesajları okuyarak Solon’un sevgisini hissediyor ve ona karşılık veriyordu.

Antik Çağ’da Kadının Yeri ve Aşk

Antik Yunan toplumu, kadını genellikle "öteki" olarak konumlandırmıştı. Kadın bedeni ve dünyevi hazlar, erkek aklının uzak durması gereken unsurlar olarak kabul ediliyordu. Eril aklın yüceltilmesi, kadının bir engel olarak görülmesine neden oluyordu. Bu dönemde, kadınların rolü üçe ayrılmıştı: Haz için hafif meşrep kadınlar, günlük bakım için metresler ve yasal soyun devamı ve yuvanın sadık bekçisi olması için kadınlar, yalnızca "gyn" ve "bebek taşıyıcısı" olarak görülüyordu.
Kadınların toplumsal konumları o kadar kısıtlıydı ki, erkeklerin düzenlediği görkemli şölenlerde nelerin yendiğini anlatan metinler bolca bulunurken, kadınların çocuklarıyla yemek zorunda kaldıkları basit yemeklerden bahseden yazılı belgeler neredeyse yoktu. Kadının payına düşen ötekilik, binlerce yıl sonra gerçekleşen sanayi devrimleriyle birlikte yavaş yavaş değişmeye başladı.

Aşk daima

Efes’in Yamaç Evleri’nde yaşanan bu aşk, Sabina ve Solon’un hikayesi, aşkın engel tanımadığını, her zorluğa rağmen yeşerip büyüdüğünü gösterdi. Bu aşk masalı, duvarlara kazınmış gizli mesajlarla, yüzyıllar boyu konuşulacak bir efsane haline geldi.
Günümüzden binlerce yıl önce, Efes’te yaşayan bu iki insan, aşkın en saf ve derin halini yaşadı. Onların öyküsü sadece bir aşk masalı değil, aynı zamanda tarihin sessiz tanıklarının fısıldadığı bir gerçeği de ortaya koyuyor:
Aşk, her dönemde ve her koşulda var olmayı başarıyor. Ve bu aşk, toplumun dayattığı sınırlamaları aşarak, tarihin sayfalarına kazınmış bir efsane olarak kalmaya devam ediyor.

Bu yazı 3-5-12’yi Yamaç Evler’deki bir grafitide gören Arkeolog Cengiz İçten’in anlatımından esinlenilmiştir.