İşgal altındaki ülkesini kurtaran Anadolu halkı ve Mustafa Kemal Atatürk, dünyanın mazlum uluslarına örnek oldu. UNESCO, 1981 yılını Atatürk yılı ilan etti. Karar 27 Kasım 1978’de oybirliği ile alındı. Kararda Atatürk için yapılan tanım şöyle;
“Atatürk; uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi,
olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün hayati boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu.” UNESCO, bir daha böyle bir karar almadı.
Yaşamı boyunca sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan, olağanüstü reformlar gerçekleştiren, insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı olan Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Atatürk’ü tanımlayan ilkeler aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilkeleri oldu.
Peki sömürgeciler ve emperyalistler ne yaptı?
Daha önce kendileri ile iş birliği yapan, onlardan aldığı para ve fikir desteği ile Osmanlı’dan sonra, yeni Cumhuriyeti de parçalama yolunda devam ettiler.
Yer altında çalıştılar, saf halkımızın dinsel inançlarına seslenerek onları Batı’nın hedefleri için çalışır hale getirdiler. 1923 öncesinden başlayan bu örgütlenme bugünlere dek geldi. Özgürlük adı altında ne kadar tarikat varsa kuruldu, onların yetiştirdikleri (çocuklar, yetişkinler, ajanlar) de ülkenin her yerinde devletin her kademesinde yer buldu. Bu kişiler bazen yıllarca uyudu, bazen ortaya çıkıp “genel kabul gören değerlere” aykırı söz etti, davranışta bulundu.
Genel kabul gören değerler nelerdir?
Osmanlı Devleti’nde padişahın kulu olmak, halife olan padişaha biat etmektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ise birey olarak ülkesinin gelişmesi için, “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak için” savaşmaktır.
Sözgelimi, tarikat şeyhleri tüm sevenlerini kendine biat eden kulu olarak görür. Kendini halife ilan ettirmeye çalışanlar da tüm halkı kulu olarak görmeye devam eder.
1978 yılında dünya devletleri, UNESCO Genel Kurulu’nda, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm “yaşamını” değerlendirip “olağanüstü reformlar” yapıldığına dair hemfikir olmuşken, 2022 yılında, geçen hafta Mahir Ünal çıkıp şöyle derse ne olur?
“Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz.”
Maalesef bu söz söylendi. Bazen her şey kontrolümüz altında, bir adım daha atalım diyen emperyalist” yanlısı bir söylemden başka bir şey değil bu.
Döneminde bir gram toprak vermedi diye Sultan Abdülhamit’e övgüler düzenler, onun döneminde Türkiye’nin iki katı toprak kaybedildiğini elbette biliyorlardı. 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal eden, tüm Anadolu’yu parselleyen emperyalistler, Türkleri Orta Asya’ya sürmek istemiyorlar mıydı sanıyorsunuz? 1989’da Midilli’deki yerel basın toplantısından sonra, alkolü fazla kaçıran bir gazetecinin “gün gelecek Pontus bizim olacak” dediğini dün gibi anımsıyorum.
Emperyalizmin Türkiye’de Cumhuriyet değerlerini yok etmek için her yola başvurması doğaldır. Onların maşalarının da vatanından çok, emperyalistlerin yeşil dolarlarını sevmesi de anlaşılabilir.
Onların anlayamadığı nokta ise Cumhuriyet’in özgürlük ve bağımsızlık değerlerinin bugün insanımız tarafından içselleştirilmiş olmasıdır.
Onlar Cumhuriyet’in tüm kazanımlarını, yaptıklarını satarlar ama Türk insanının gönlündeki Atatürk sevgisini asla!..