İzmir’den Efes’e giderken tarlaların bilmem kaç bin senedir insanlarını beslemekten bıkmayan verimliliğinin içinden sağda Keçikalesi yükselir.

Anadolu’nun belki de en bereketli topraklarını gözeten Keçikalesi solda kalırken, sağlı sollu şık ve gösterişli restoranlar başlar. Efes’e henüz varmamış veya Efes’ten dönen turistlerin karnını doyurmak için şık kaliteli restoranlar vardır. Hemen sonrasında Selçuk Efes başlar. Sanki binlerce yılın zenginliğinden bir habermiş gibi duran kimi sıvasız, kimi bakımsız evler sol tarafta. Sonra güzeller güzel Selçuk merkezi, leylek yuvalı minare. Sola dönerseniz iyi, yapıldığında dünyanın en ihtişamlı en muazzam yapılarından birinin Artemis tapınağının izi görülür uzaktan. Ötede Efes. Anadolunun gelmiş geçmiş en zengin kenti. İncil’e konu olan, her yıl binlerce turistin doluşup boşaldığı Efes şehri. Ama dönmez de devam ederseniz önce karmaşa ve çirkin levhalar içindeki Selçuk otogarı, sonra hurdacılar. Sonra Tavşantepe mevkii. Selçuk, zeytin tarlalarının içinde biterken fukaralık gözükür barakaların içinde. Az ötede birkaç süper lüks villayla beraber bu derme çatma evler aynı anda gözükür zeytinlerle birlikte.

Geçen Pazartesi akşamı tam bu Tavşantepe’deki barakalardan birinde yangın çıktı. Eşi bir nedenle hapse girmiş, aile bakanlığı tarafından ne halde oldukları, nasıl idare ettikleri sorulmayan Melisa Akcan ile beş çocuğunun birlikte kaldığı evde çıktı yangın.

Melisa Akcan, çok bilindik bir hikayeyi yaşıyordu gözüken. Hayatı umduğu gibi gitmemiş, beş çocukla birlikte bir barakada kalır bulmuştu kendini. Çocuklarını beslemesi, kış gelirken onları doyurması gerekiyordu. Çöplerden kağıt, aleminyum toplaması gerekiyordu. Üşümesinler diye elektrik sobasını açmıştı, dışarısının fenalığından çocukları korumak için kapıyı üstlerine kitlemişti. Kimse sormamıştı belli ne yaparsınız, nasıl idare edersiniz diye. Onu bunca fukaralık içinde beş çocuk yapmakla suçlayacak olanlar, kafasını çevirip de bakmamıştı. Bunca zenginliğin içinde, binlerce yıldır insanları besleyen toprağın üzerinde, onu bugun akılsızlıkla suçlayacak olan kimse “neden aç kaldınız” diye sormamıştı.

Komşular, annenin “çocuklarım içerde” bağırışını duyduklarında yangın tek göz barakayı sarmıştı. Çocuklardan üçü oracıkta veda etmişti hayata. İki çocuk ise hastaneye kaldırılmış, ama kurtulamamıştı. En küçüklerinin ismi Aras Bulut’tu bir yaşındaydı. Masal Işık 2, Aslan Miraç 3, Funda Peri 4, Fadime Nefes 5 yaşındaydı. Elektrikli soba devrildi dediler, yangın oradan çıktı dediler. Çocuklar dediler, dumandan boğuldu dediler.

Bunu kim hakediyor? Yüzlerce nesli doyurmaktan hiç çekinmemiş bu topraklarda bu sefaleti, bu başı boş bırakılmayı, bu umursanmamayı kim hak ediyor? Melisa’dan çok daha zeki oldukları, çok daha haysiyetli, çalışkan, doğru kararlar verenler oldukları için mi kimileri varlık içinde yüzerken Melisa çocuklarını eve kilitleyip hurda toplamaya gidiyor? Birilerinin verdiği kötü ekonomik kararların ceremesini, niçin ne haldesiniz diye sorulması gereken Melisalar çekiyor? Hakettiğimiz bir hayatı mı yaşıyoruz? Atalarımızı binlerce yıldır doyuran aynı toprak, niçin bize sırtını dönüyor? Daha ne kadar böyle gitmesine razı geleceğiz? Daha kaç çocuk ölecek?

Bu topraklar bereketli, bu insanlar çalışkan, bu insanlar zeki. Sadece birileri bir nedenle, herkese az çok eşit dağıtılması gereken parayı bir yere yığdı. Bunu görüyoruz, bunu biliyoruz. Enflasyon olur diye işçiye, emekliye zam vermediler. Bunu gördük, bunu bildik. Enflasyon durmadı, artmaya devam etti. İnsanları fakirleştirmek yanlış verdikleri kararların düzelmesini sağlamadı. Bunu gördük, bunu bildik. Buna dur demek için, bu iş böyle olmaz demek için daha kaç çocuk ölmeli?