Homeros… Mitolojinin yaratıcısı, destanların anlatıcısı, binlerce yıldır süregelen bir efsanenin babası.

İzmirli hemşerimiz olarak anılsa da onun dizeleri üzerine düşündüğümüzde, gerçekte kimdir bu adam? Antik Yunan’ın övgü dolu destanlarının yaratıcısı mı, yoksa sosyal adaletsizliğin şairi mi?

Ötekilerin sessizliği

Antik Yunan’ın görkemli dünyasında, kahramanların arkasında kalan, emekleri görünmeyen figürler kimdir? Homeros’un dizelerinde bu isimler neredeyse hiç anılmaz. Oysa bu görünmez sınıf, antik dünyanın en temel taşlarıdır. Aristokratik yapı, kendi ötekisini yaratmak zorunda kalır. Bu sistem, sadece kahramanlarını değil, aynı zamanda ezilen bir sınıfı da yaratmak zorundadır.

Kahramanların gölgelerinde saklanan gerçekler

Odysseus, Achilles, Agamemnon… Homeros’un dizelerinde hep ön planda olan bu kahramanlar, okuyucunun zihninde ölümsüzleştirilir. Ancak onların zaferleri arasında gizlenen bir gerçek var: Ezilenler ve unutulanlar. Homeros, bu insanları sadece destanlarının fonunda birer detay olarak bırakır. Güçlüleri ve zayıfları ayıran keskin bıçağı ustaca kullanır ama kestiği yeri sorgulamaz. O, aslında antik çağın zalim düzenini trajedi ile süsleyerek bize sunar. Odysseus hükümdar olduğu ülkesine dilenci olarak döner, Kral Priamus’un oğlu Paris çobanlık yapar. Çünkü Homeros’un dilencileri hep lanetlenir.

Sistematik adaletsizlik: Homeros'un sessiz onayı

Antik Yunan’ın sosyal yapısında, Homeros’un destanları bir tür ideolojik araç haline gelir. Kahramanların ihtişamı, bir avuç elitin gücünü meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Homeros, sıradan insanların acılarını anlatmaz, bu sistemi onaylar ve süsleyerek yüceltir. Onun dünyasında güçlüler hep haklıdır, zayıflar ise kaderlerine razı olmalıdır.

Homeros'un hiyerarşik dünyası

Homeros, antik Yunan’ın tanrıları ve kahramanları arasındaki belirgin hiyerarşiyi ustalıkla işler. Tanrılar her zaman zirvede yer alır; insanlara hükmeder, onları sınar ve cezalandırır. Bu dünya, güçlülerin hükmettiği, zayıfların boyun eğmek zorunda olduğu bir dünyadır.

Dede Korkut Homeros'a karşı

Homeros’un dizeleri Batı Anadolu’da binlerce yıl boyunca aktarıldı. Oysa Sibirya steplerinde doğan Dede Korkut masalları bence bu düşünce yapısına bir başkaldırıdır. Homeros ve Dede Korkut neden kimse tarafından kıyaslanmaz? Her ikisi de şiirleriyle topluma yön vermedi mi?

Dede Korkut'un eşitlikçi evreni

Dede Korkut’un destanlarında, insanlar ve doğa arasında bir denge vardır. İktidar, sadece güçlü olanın değil, adaletli olanın elindedir. Bayındır Han, gücünü Göktanrı’dan alsa da her yıl halkına çadırını yağmalatma geleneğini sürdürmek zorundadır. Bu gelenek, gücün geçici olduğunu, asıl olanın ise halkla olan eşitlikçi ilişki olduğunu vurgular.

Yağma geleneği: İktidarın sınırları

Dede Korkut öykülerinde Türklerin “yağma" geleneği, eşitlik ve adaletin teminatı olarak görülür. Yöneticilerin zenginliği, halk tarafından "yağmalanır" ve bu, halkın refahını simgeler. Güç ve zenginlik, sadece bir kişinin tekelinde kalmaz; halkın da bu zenginlikten pay alması sağlanır.

Bugün olumsuz anlamda algılansa da, "yağma" kelimesi, Türklerde "değiş tokuş edilen armağanlar sistemi" olarak bilinen potlaç geleneğini ifade ederdi. Bu gelenek, eski Türklerin çeşitli sebeplerle sık sık bir araya gelip törenler düzenlemelerine vesile olmuştur. Potlaç geleneğine sahip toplumlarda olduğu gibi, o dönemde yağma, akrabalık bağları ve toplumsal dayanışmanın oldukça kuvvetli olduğu bir yapıya işaret ederdi.

İki farklı güç anlayışı

Bu iki mitolojik dünya arasındaki en büyük fark, iktidarın doğasında yatar. Homeros’un dünyasında, iktidar mutlak ve katıdır; güçlüler her zaman zirvede, zayıflar ise onların hizmetindedir. Oysa Dede Korkut’un dünyasında, iktidar bir hizmet aracı olarak görülür ve halkın refahı, adaletin temeli olarak kabul edilir.
Avrupa eğitim sisteminde Homeros mutlaka okutulur. Ülkemizde de çocuklar ve gençler, en geç lisede Dede Korkut’un destanlarıyla, Gılgamış’ın ölümsüz öyküsüyle ve klasik tragedyaların derinliğiyle buluşmalı ve bu edebi eserler ezberletilmeli. Çünkü bu kadim anlatılar, insan ruhunun aynası, tarihin en derin sırrını fısıldar: Geçmişin öyküleri, geleceğin pusulasıdır. Her biri zamanın ötesine dokunan bir yankı gibi bizi bize anlatır.