İzmir Arkeoloji Müzesi, tarihin derinliklerinden gelen hazineleri sunan bir cevher.
Antik dünyanın mistik nefesini taşıyan 2.700 yıllık koku kaplarıyla süslü bu müze, kadim medeniyetlerin ruhunu günümüze taşıyan değerli emanetler sunar.
Yolunuzu düşürün, mutlaka ziyaret edin.
Bayraklı Höyüğü ve Phokaia Athena Tapınağı'nda yapılan kazılarda gün yüzüne çıkan eserler, Nil Nehri’nin bereketini ve Mısır mitolojisinin kutsal tanrısı Hapi’nin ve Ra’nın gözünün simgelerini taşır.
Bu koku kapları, tarihin sahnesinde iz bırakmış iki güçlü kadının hikayesini fısıldar: Hatşepsut ve Belkıs.
Efsanelerin ördüğü bu iki kadının, aslında aynı kişi olabileceği düşüncesi, tarihin gizemli derinliklerinde bekler.
İzmir’in ruhunu yakalayacak bir anlatıyla soralım:
“Akdeniz’in maviliklerinde süzülen gemilerinde Hatşepsut’un ruhu, Belkıs’ın cesaretiyle birleşip mi dolaşmıştı? Zamanın gölgelerine sinmiş bu kadim bilmece, cevabını bekliyor, saklı bir sır gibi zamanın içinde”
Antik Mısır tarihinin olağanüstü figürlerinden Hatşepsut, kralın eşi olarak başladığı yolculuğunu, kendisini firavun ilan ederek taçlandırmış, Mısır’ın ilk kadın firavunu olmuştur. Onun hikayesi, elde ettiği iktidar gücü ve gerçekleştirdiği devrimlerle dikkat çeker. Çocuklarının Tanrı Amon’un çocukları olduğunu iddia ederek iktidarını kutsallaştırmıştır. "En asil kadın" anlamına gelen Hatşepsut, kadın olmanın dezavantajını avantaja çevirerek Mısır’da bir devrim gerçekleştirmiştir.
Tarihçiler, Saba Melikesi Belkıs’ı, Etiyopya ve Mısır’ın efsanevi hükümdarı olarak tanımlar. Saba Krallığı, Tütsü ve Baharat Yollarının Güney Arabistan’daki ticaret merkeziydi. Saba, "Gündoğusundan esen hafif ve latif rüzgâr" anlamına gelir.
Belkıs, 40 donanma gemisiyle Akdeniz sularında bu ticareti yönetiyordu. Gül, yasemin, menekşe gibi çiçekleri imbikten geçirerek kendine özel kokular yaratıyordu. Rivayete göre, Hz. Süleyman güneşe tapan bu güçlü kadın hükümdarı kendi ülkesinde yaşamaya ikna eder. Ancak çocukları büyüdükten sonra her biri kendi ülkelerinde yaşamayı seçer.
Mısır’da sakal, iktidarın sembolüydü.
Hatşepsut, takma sakal takarak iktidarını pekiştirmiştir. Bu cesur adımı, onun hem kadın hem de firavun olarak tarihte eşsiz bir yer edinmesini sağlamıştır. Mimari mirası, vizyonunu ve zekasını yansıtır. Tapınak-mezarı, Luksor’daki görkemli yapısı ile Atatürk’ün Anıtkabir’ine ilham kaynağı olmuştur. Hatşepsut, sanata ve bilime verdiği önemle dikkat çeker. Denizcilerini uzak diyarlara göndererek ülkesine güzel kokulu bitkiler getirtmiştir. Bu seferler, onun sadece bir hükümdar değil, doğa ve ticaretle ilgili yenilikçi bir lider olduğunu kanıtlar.
Hatşepsut’un en dikkat çekici ilişkilerinden biri, mimar Senmut ile olan aşkıydı.
Senmut, Hatşepsut’un tapınağını inşa etme görevini üstlenmiş ve kraliçenin gömüldüğü tapınağı tamamlamıştır. Deyrü’l-Bahri Tapınağı'nın orta terasında yer alan rölyefler, Hatşepsut’un egzotik bitkileri toplamak amacıyla Punt Ülkesi'ne gönderdiği beş geminin seferini tasvir eder.
Bu rölyeflerde, gemilere abanoz ağacı, maymunlar, köpekler ve panter derilerinin yanı sıra güzel kokulu bitkiler, tür reçinesi ve mür ağaçları yüklenirken görülür. Batı Anadolu’da yetişen 31 adet sığla ağacı da Mısır'a getirilmiştir. Bu rölyefler, tarihteki ilk bitki taşımalarının ve açık denizlerde seyreden ilk Mısır donanmasının izlerini taşır.
Eski medeniyetlerin kokuları, sadece hoş birer koku değil, aynı zamanda hikaye anlatıcısıdır. Her esans, bir kültürün, bir dönemin ve bir insanın izlerini taşır. Hatşepsut’un ve Belkıs’ın esansları, bugün hâlâ geçmişin büyüsünü ve egzotik ritüellerin dünyasını fısıldar. İzmir’in koku kapları, bize geçmişin büyüsünü ve insanlığın kültürel zenginliğini hatırlatır.
Dr. İmmanuel Velikovsky’in arkeolojik bulguları içeren “Ages in Chaos-Kaos ve Karmaşıklık Çağları” adlı kitabında, Mısır tarihinin İsrail tarihi ile 600 yıllık bir uyumsuzluğunu ele alır. Bu 600 yıl eğer Velikovsky’nin öngördüğü şekilde senkronize edilirse, Hatşepsut ile Saba Melikesi’nin aynı kişi olabileceği düşünülebilir.
Eskiden, Kadifekale semtindeki kalenin giriş kapısının üzerinde mermerden bir kadın heykeli bulunurdu. Türkler, buna Seba Melikesi Belkıs ya da Kaydefa adını yakıştırmışlar ve bu yüzden bu kaleye “Kaydefa Kalesi” demişlerdir. Sonradan ise “Kadife Kale”ye dönüşmüştür. En çok merak ettiğim konu, o kayıp heykel bulunduğunda Punt ülkesinin Finike ve Filistin olduğunun kanıtlanıp kanıtlanamayacağıdır.
Peki sizce, bu egzotik hikayenin İzmir’e kadar uzanan izleri arasında, Kadifekale’yi kuran Hatşepsut mu yoksa Belkıs mıydı? Yoksa bu iki güçlü kadın aynı kişi mi? Bu büyüleyici sorunun cevabı, tarihsel gizemlerin içinde saklı kalmaya devam ediyor.