Falçata taşımaya on beş yaşımda başladım. Yirmi üç yaşımda biber gazını ekledim yanına. Yirmi dört yaşımda erkek gibi giyinip tespihi elimden düşürmez oldum.

Yirmi beş yaşımda ilk şikayetimi yaptığım gün öğrendim, ne benim cebimdekileri kullanacak cesaretim var ne de arama yaparken biber gazı ve falçatanın hesabını soran sistemin beni korumaya niyeti. Yirmi yedi yaşımda yaşadığım şeylerin giyimim ile alakası olmadığını, durumun cinsiyet değil zihniyet meselesi olduğunu anladım. En son İzmir‘e geldiğim zaman gittim şikayet için. Bizi yazdığımız bir yazıdan bulan sistem, beni nasıl öldüreceğini detay detay anlatan, adresimi bildiğini söyleyen kişi için “maalesef hesabı kapatmış, bulamayız“ dedi. Biz kadınlar doğduğumuz günden itibaren kimin bize ne yapacağını bilmeden gözü kapatıp yaşıyoruz. Adına yaşamak denirse! Tek istediğimiz şey arkamıza bakmadan yürümek. Dilenmiyoruz, direniyor ve gidişata isyan ediyoruz!

Bizler isyan ederken, hayatta kalmak için sokaklarda sesimize ses ararken yeni bir gündem düşüyor haber sitelerine. Kalın puntolarla yazıyorlar “ YENİ DOĞAN ÇETESİ”. Yine aynı tonda yazılan, çizilenleri bir süreliğine kaldırıyoruz rafa. Biz dönene kadar beklesinler diye çiçeklerle beziyoruz, naftalinler bırakıyoruz etrafına tüm kötü gündemlerin.

İstanbul'da, 112 Acil Çağrı Merkezi'nde çalışan kişilerle( Doktor, Hemşire) ortak hareket ederek, bebek acil hastalarını önceden anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip ölümlerine neden oldukları ve haksız kazanç elde ettikleri belirlenen 22'si tutuklu 47 şüpheli var. Çocukların durumunu olduğundan daha kötü göstererek hastane’de daha uzun kalmalarını sağlayıp net olmamakla birlikte On iki çocuğun ölümüne sebep olmuşlar. Öyle sıradan, öyle genel geçer bir şeymiş gibi okuyor ve öyle hayret edilesi tepkiler veriyoruz ki hani bu da tutmadı, biraz daha acı, biraz daha kötülük, bu acımadı ki der gibi. Şeytan dedikleri şeyin varlığını kabul ettiğini ve “ben sizin kadar kötü olamam, şeytana uyduk demeyin” dediğini var sayıyorum. Ufacık çocuklardan tıpkı kadınlar gibi sadece sayıdan ibaretmiş gibi bahsedilmesinin öfkesi bir tarafa, neye, kime, nasıl güveneceğiz sorusuna cevap veremediğimizin öfkesi diğer tarafa. Nasıl bir kötülüktür, nasıl bir canavarlık…

Yazdığım iki ayrı gündem ve daha yazamadığım niceleri... Neyi görmezden gelsek iyi gelir bize? Neyi duymasak, neyi yaşanmamış saysak mor sümbüller açar bahçemizde. Hangi vicdansızlığı yeşile boyasak, kötülük değil de sarmaşıklar sarmış bedenimizi diye düşünürüz? Annelerinin “herkes insan evladı, kimse gavur değil“ diyerek sokağa, ormana saldığı evlatlarız biz. Annelerin bir dönemler kötü diye bildiği, sadece kelime olarak bildiği ve asla tanımlayamadığı bir kelimeden daha fazlasıyla mücadele eden çocuklarız, biz bir dönemler komşuların anlamını ve amacını bilmeden kurduğu “ Anneni çingeneler kaçırdı” cümlesiyle büyüyen ve o cümlenin kötü bir cümle olduğunu aynı komşulara anlatan çocuklarız biz. Dün kelimelerle içimize ince ince işlenen kötülüklerin vücut bulmuş halleri aramızda hızla çoğalıp her gün birimizin karşısına dikiliyor.

“Haksız kazanç elde etmek” diye geçiyor sayfalarda. Birkaç sayı ekleniyor yanına, öldürdüler denmiyor da, “ölümüne sebep oldular” diye üç kelimeye sığdırılıyor. Sağlıkta dönüşüm diyerek dönüştürdükleri sistem çöktü! Türkiye’de sağlık sisteminin içten içe nasıl çürüdüğünü, bu çürümenin bizlere olan zararını maalesef ki her birey kendi başına geldiği zaman anlayacak. Ticarethane haline getirilen hastaneler içinde dönen olayların maalesef ki ne kadarını bilmemizi isterlerse o kadarını ortaya sürüp, konforlu koltuklarından gidişatı izliyorlar. Ben buraya son dönemlerde yaşadığımız sadece iki konuyu yazdım, sizler okurken papatyalar kokladığınızı, gül bahçelerinde gezdiğinizi düşleyin. Hepinize Nilüfer çiçekleri etrafında öyküler yazacağımız günler diliyorum canım insanlar.