Bahçemdeki saksılara ektiğim umut çiçeklerini büyütüyorum. Özlenmeye hasret yeşilliklerim sevilmenin en büyük gökdeleninden, nilüferlerin üzerine bırakıyor kendini. Çok sulandığı için çürüyen çiçeklere özeniyor, yerini yadırgayan bedenim. Beklenilen yarınların bugünleriyim ben. Yarınlarım yeşerecek ince urganların ucunda.
Neden böyle bir girişle başladığım ve neden girişten bağımsız davrandığım ya da yazılarımda neden kendimle çeliştiğimi ‘Gibi’ dizisinden ufak bir alıntıyla açıklayabilirim. ”Benim zevklerim sizin nezdinizde makul bir zemine oturmak zorunda değil” diyemeyeceğim için çeperin etrafından dolaşıp içimden geçenleri bizim mahalleye saçacağım.
Yarınlarımız yeşerecek mi bilmiyorum ama umut etmekten hala vazgeçmiyorum. Tabi “umut, koşup giderken bir sokağın köşesinde, daha kurşun havadayken vurulup ölmekti” cümlesini aklımın bir köşesinde hep tutarak umut etmek...
Bir cambazın ip üzerinde yürüyüşüne benzetiyorum ülkedeki çocukların, kadınların, hayvanların durumunu. Sanki şansa, kazara ya da dayanıklılık seviyemize göre hayattayız. Eğer ‘şükredin, sınanıyorsun, bu bir sınav, diğer tarafta karşılığını alacaksın, günahının bir bedeli, tomurcuk memeli cariyeler sizi bekleyecek’ cümlelerini kuran kişi değilsen, fakirsin canım kardeşim. Hani şu dillerinden düşürmedikleri yaşadığım sınavları değil de sadece yıl olarak değerlendirirsem sınavlarım yarışsa da şimdi ki çocuklarla, ben daha şanslıymışım diyebilirim.
Buraya istatistikler, sayılar, veriler ekleyebilirim elbette. Ben verileri yazmak yerine kendimin de tünelinden geçtiğim, o uzun ve karanlık yolun her bir adımına bıraktığmız karanfilleri ve yolun sancısını çizebilmeyi isterdim. Hani insanlığın varoluşundan falan tutsak zamanı, tutsak da hangi dipsiz kuyuda hala debeleniyoruz anlasak, anlatabilsek.
Şu üç günlük dünyada unuttuklarımızı hatırlayacak, belki insanlığımızı ve suskunluğumuzun bedellerini bir çiçek saksının altına gömecektik. Yeşerecek ve yüzümüze kusacaktı ”üç günlük dünyada bunu bile yapamadınız” diyecekti. Dün neden unuttuğumuzu sorgularken, kızarken, öfkelenirken kendi kendime. Bugün hatırlayacak zaman bırakmadıklarını gördüm. Biz dün de yarın nasıl olacak diye debeleniyorduk bu hayatta, bugün de debeleniyoruz. Bizler tasarruf tedbiri diye kaldırılan okul servisleri, kesilen temizlik malzemeleri, katlanan gıda masrafları, sağlık giderleri, depremler, diye çırpınırken anlattıklarımın çeperinden geçmemiş insanların sabır dilemesine muhtaç kaldık. ‘itibardan tasarruf olmaz’ diyenlerin ayakta alkışlanmasına önce içimizden sövdük sonra dışımızdan gülmek zorunda kaldık.
Biz dün kendi tacize uğramamızı, ne yapmamız gerekir diye düşünürken bugün Sıla, Leyla, Ecrin, Mert, Gizem, Irmak, Eylül, Sami Yusuf, Ufuk, İkranur, Müslüme, Narin gibi daha adını bile öğrenememiş çocuklardan bahseder olduk. Biz dünün susmak zorunda kalan çocukları bugünün tabutsuz, cesetsiz katili bilinmeyen çocuk mezarlığında sessiz sessiz ağıtlar yakar olduk. Biz dün ekmeğimizin yanına katığı nasıl buluruz derdindeydik, bugün ekmeğe muhtaç kaldık. Biz bundan yıllar öncesi de çocukları nasıl okutsak, hangi çocuğu okuldan alsak da diğeri okusa derdindeydik bugün okutsak ne olacak der olduk. Yıllarca peşinden koştuğum sınıf mücadelesi de mücadeleyi bıraktı, nefes almakta zorlanıyor artık. Can çekişiyoruz, feda edecek yerimiz yok. Artarak devam eden karalığın ardında gündüzümüzü arar olduk. Bir tarafta aldığı nefese vergi gelmedi diye şükür edenler, bir tarafta cennette cariyeler vaat edip altın varaklı çeşmelerde vicdanını çamura bulayanlar. Siz hiç okuyan çocuk sayısı çok olduğu ve maddi imkanı olmadığı için çocuklardan çocuk seçmek zorunda kalan bir siyasetçi gördünüz mü? Ya da “Ülke çapında ünlü sanayicinin, siyasetçinin, milyarderin kızı onbeş yaşında evlendirildi” cümlesine hiç denk geldiniz mi? Siz hani şu sümbüllerle bezeli bahçelerinden bizim yeşilimize çamur atanların, şükredin diye din satanların, ‘KORKUN’ dedikleri Allah’tan korkup, dillerinden düşürmedikleri bir hırka bir hurma ile yaşadıklarını gördünüz mü? Ben hiç denk gelmedim, bilmediğim varsa af ola..,
Velhasıl…
"Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp sevip gidecektik dünyadan! Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz! Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin ortasına düştük."
Daha güzel yazılarda, sokaklarda, halaylar da,umut merdivenimizi gökyüzüne dayadığımız nice güzel günlerde buluşmak umudu ile….