İnsan her zaman doğruyu söylemez. Bazen apaçık ve kasıtlı biçimde yalan söyler. Karşısındaki kişiyi aldatma amacıyla ve gerçeğe aykırı söz söyleyen kişi yalan söylemiş olur. Buraya kadarı bildiğimiz bir şey. Peki, söylediği sözler tümüyle doğru olan kişi gerçeği söylemiş olur mu? Bildiği bir olgunun, durumun, olayın veya bilginin tüm unsurlarını söylememek, bazılarını saklamak yalan söylemek midir?
Olayların, olguların ve hatta duyguların çarpıtıldığı, olgularla desteklenmeyen bir mesajı tekrar tekrar söyleyerek kendince bir gerçek oluşturulmaya çalışılan bir çağda yaşıyoruz. Kişileri, kurumları ve hatta toplumları yönlendirmek için gerçeğin eğilip büküldüğü, “gerçek dışı gerçeklik” yaratılmaya çalışılan bir siyaset anlayışıyla karşı karşıyayız. Bütün unsurlarını bildiği bir olayın, hepsi doğru olan ama sadece kendisinin yaratmaya çalıştığı etkiyi sağlayacak unsurlarını dile getirip diğerlerinin söylenmediği bir yöntem söz konusu.
Pek çoğumuzun bildiği bir hikâyedir. Bir fili karanlık bir ahıra koyarlar ve içeriye sırayla bir kişiyi alırlar. İçeriye giren her kişi filin bir yerine dokunur ve bu dokunuşundan aldığı izlenime göre fili tarif eder. Filin hortumuna dokunan kişi fili boru olarak, kulağına dokunan yelpaze olarak, bacağına dokunan ise sütun olarak algılar ve bu algısına uygun şekilde fili tarif eder. Kuşkusuz fili tarif eden kişilerin sözleri doğrudur. Ama bu doğru sözler bize filin gerçekliği hakkında doğru bilgiyi vermez. Verdikleri bilgiler bizzat görmediğimiz filin nasıl bir hayvan olduğunu anlamamıza yetmez.
Anlatılan fil hikâyesinde, bize eksik bilgi verenleri mazur göreceğimiz bir unsur var. Bize tarif veren insanlar ahırın karanlık olması nedeniyle filin tümünü göremezler. Öyle olduğu için de algıladıkları kadar bilgiyi bize verirler. Yani bizi aldatmak, bizde gerçeği çarpıtmak için değil sahiden o kadarını bildikleri için eksik bilgi vermektedirler.
Oysa başta bahsettiğimiz durum bu kadar masum değil. Bahsedilen konu hakkında bildiği bilginin tümünü değil ancak işine geldiği kadarını söyleyip diğerleri için susan kişi o kadar masum sayılmaz. Zira o, dile getirdiği konuda söylemediği doğruları da, neden söylemediğini de, bunları söylerse nasıl sonuçlar olacağını da bilmektedir. Muhatabı olan kişiyi aldatmak, belli bir fikre veya duruma ikna etmek için gerçeği eksik dile getirerek çarpıtmaktadır.
Söyledikleri doğru olsa da bildiği gerçeği söylemeyen kişi de yalan söylemektedir. Hatta böyle bir kişinin apaçık ve kasıtlı olarak yalan söyleyen kişiden daha çok kınanması gerekir. Toplum önünde kendine göre bir gerçeklik oluşturmaya çalışanlar, toplumun doğru bilgilenip bu doğru bilgi üzerinden karar vermesini önlemek isteyen kişilerdir.
Neyse ki bu kişilerle baş etmenin yolları var ve bu yollar o kadar da zor değil. Her şeyden önce böyle konuşan bir kişiye doğru sorular sormak bu yollardan birisi. Bilerek eksik bıraktığı durumlar hakkında sorulan sorular o kişiyi ya doğruyu açıklamaya ya da apaçık yalan söylemeye itecektir. İkinci olarak böyle davranan kişilerin gözüne gerçeğin farını tutmak etkili bir yol. Söylediklerinin yalan olmadığını ama gerçeği de söylemediğini dile getirmeli, eksik bıraktığı doğruları ortaya koymalıyız. Ve tabi son olarak; gerçek dediğimiz şeyin tek bir yüzü veya unsuru olmadığını bilmeli, gerçeği her açıdan aramalıyız.
Duyup gördüğümüzü sorgulamak, düşünmek ve doğruluğunu araştırmak hepimiz için bir gereklilik. Fili yani gerçeği doğru anlamak için ışığı yakmalı, onu bizden gizleyen karanlığı yok etmeliyiz.