Ataması yapılmayan 23 yaşındaki sosyal bilgiler öğretmeni İsa Erdoğan 2017 yılında, Facebook hesabından, “Öncelikle hepinizden; ailemden, arkadaşlarımdan, yakın dostlarımdan, böyle bir üzücü durumu yaşattığım için özür diliyorum. Üzgünüm. Uzun zamandır mutsuzum. Mutlu nasıl olunur onu bile bilmiyorum aslında. Hayatımın geri kalanını devam ettirmek için umudumu, ışığımı kaybettim. Bu paradoksu kıramadım. Başka bir sebep aramanıza gerek yok. Kendi irademle, kararımla aranızdan ayrılıyorum. Bu not yayınladıktan hemen sonra hayatımı sonlandırıyorum. Vasiyet: Tüm organlarımı ve dokularımı bağışlıyorum. Ailemin rızası alınarak. En önemlisi Erzincan'a defnedilmek istiyorum” notunu paylaştıktan sonra kıydı canına.
Bu intiharın üzerinden tam yedi yıl geçmiş. Geçen süre içerisinde birçok intihar, bir o kadar kadın cinayeti, çocuk istismarı, cinnet vakası yaşandı, yaşanmaya devam ediyor ve maalesef kısa vadede bitecek gibi de görünmüyor.
Nedenini hâlâ çözemesem de dönem dönem İsa Erdoğan’ın yazdığı bu not gelir hatırıma. Hep aklımda dönüp duran şu soru; ‘Gidenlerin gösterdiği bu dik duruş mu daha cesaretlice, yoksa bunca yaşananlara rağmen hala yaşamaya devam edebilen ya da etmeye çalışan insanların tüm umutsuzluğa rağmen inatla direnişimi?’
Aklıma yine İsa Erdoğan düştü. Çok geçmedi üzerinden (aslında yıllar geçti üstünden ve o ara da o kadar olay yaşandı ki hepsini unuttuk) Kayseri’de kurban pazarına sakatat toplamak için gelen birisi zabıtalar ile tartışınca kendisini elektrik direğine astı ve çevredeki vatandaşlar tarafından kurtarıldı. Yanlış duymadık hiçbirimiz; bir insan, kalabalık bir ortamda kendini elektrik direğine astı.
Bundan birkaç yıl önce olsa, tarih vermeyeyim ama “tencere tava hepsi aynı hava” diye slogan atar sokaklara dökülürdük. Maalesef ki eylem yapılması falan bir tarafa, konuşulamadı, yazılamadı, gündemde bedeni kadar yer kaplayabildi sevgili A*…… (A diye söz ediyorum çünkü hiçbir yerde adı tam olarak geçmiyor. Sadece haberin bir unsuru olarak kalmış.)
Çünkü çok hızlı yaşıyor ve çok hızlı unutuyoruz. Tıpkı İsa Erdoğan gibi koyduk heybemizin bir köşesine sevgili A…..’yı.
Biz neler unutmadık ki bunlar hatırımızda kalsın.
“Ölmek istemiyorum!” diye bağırırken çocuğunun gözleri önünde boğazı kesilen Emine Bulut’u,
“Anne ne olur ölme!” diyen kızını,
Özge Can Aslan’ı,
2009 yılında daha hayal kuracak kadar bile yaşamamış Münevver Karabulut’u,
dile getirmek kadar kaleme dökmenin de zor olduğu çocuk istismarlarını, gazeteci infazlarını, siyaset uğruna yapılan patlamaları, ölenleri, yarım kalan hayatları…
Aslında öyküler yazacağım diye çıktığım yolda “Unutulanlar” adı altında yazılacak ne çok şey olduğunu bir kez daha yüzüme çarptı bir türlü unutamadıklarım.
Unutulmaması gereken ve üzerine “unutursak kalbimiz kurusun” diye antlar içtiğimiz nice kayıplarımız, bu kadar kayıplar arasında kısacık vakte sığdırdığımız nice mutluluklarımız oldu. Sizler de unutulmasını istemediğiniz acı, tatlı aklınızda kalan anları [email protected] adresine yazarsanız haftaya belki de sizin unutamadıklarınızla yolumuza devam ederiz…
UNUTULMAMASI GEREKEN YAŞAN(AMA)MIŞLIKLAR AMA UNUTULMUŞLAR KÖŞESİ…