Sonunda hayat pahalılığının, el yakan gıda fiyatlarının sorumlusu bulundu; “işini hakkıyla yapmayan ve vatandaşa zulmeden esnaf”. Bulunmakla kalmadı, çözüm de üretildi; fiyatları yükselten esnafa çok ağır cezalar vermek. Bunları herhangi biri değil ülkenin Cumhurbaşkanı söylüyor. Cumhurbaşkanı, gıda fiyatlarındaki ciddi artışın, esnaftan, marketlerden kaynaklandığını, vatandaşı marketlere ezdirmeyeceklerini, denetim ve cezaların yolda olduğunu söyledi. Anlaşılan bundan iki yıl önce soğanını depoya koyduğu için “terörist” sayılan ve depoları basılan çiftçiler sorumluluktan kurtulmuş, “hainlik” sırası esnafa gelmiş. Salgının ve ekonomik krizin yarattığı daralmanın pençesinde boğuşan, kirasını ödeyemeyen, siftah yapamadan dükkânını kapatan esnaf bir de “vatandaşa zulmeden” damgasını yemiş oldu.
Bu değerlendirmenin en vahim ve tarihi kısmı küçük esnaf ve küçük tüccara dayanarak oluşan ve iktidara gelen bir siyasi hareketin bu noktaya varması oldu. Kurucu kadrolarının önemli bir kısmı esnaflıktan gelen, kuruluş sürecindeki ilk yerel örgütleri önemli ölçüde esnaf kesiminden oluşan Ak Parti, şimdi pahalılık konusundaki kendi sorumluluğunu saklamaya çalışarak esnafı suçluyor.
Siyasi iktidar gıda komitesini, erken uyarı sistemini, denetim ve cezaları dile getiriyor. Oysa gıda fiyatlarını denetim altında tutmak için oluşturulan gıda komitesi 2014 yılında kurulmadı mı? Gıda fiyatlarındaki artışı kontrol etmek için erken uyarı sistemleri, fiyat takip mekanizmaları 2015 yılında oluşturulmadı mı? Kaçıncı kez pazara zabıtayı, kolluğu gönderip fiyatları denetleyip ceza yazma gösterileri yapılıyor? Bunların hiçbirisinin fiyatları düşürmeyeceğini, çünkü asıl sorunun bu olmadığını bunları yapanlar da biliyor.
Karar Gazetesi’nden İbrahim Kahveci’nin yazdığına göre; 2010-2013 arasında soğan, patates ve domatesin raftaki fiyatı tarladaki fiyatının yüzde 55 fazlasıyken şimdi yüzde 130 fazlası. Bunun neden böyle olduğu da ne yapılması gerektiği de biliniyor. Yüksek gıda fiyatları bir kader değil. Yaşadığımız fiyat artışları açıkça kötü yönetimin, siyasi iktidarın halkı değil bir avuç zengini tercih etmesinin sonuçları.
Kamu kaynakları halkın çıkarları için değil bir avuç inşaatçıyı zengin edecek projelere ayrıldıkça, geçmediğimiz yola, köprüye para ödemeye devam ettikçe, şehir hastanesi adı altında kamu kaynakları savruldukça üreticiyi desteklemek için para bulunamayacak, üretici desteklenmeyince gıda fiyatları düşmeyecek. Esnafın girdi maliyetlerinin en büyüğü olan kiralarla ilgili yasal düzenlemeler yapılmadıkça, zincir marketlerin istediği gibi büyümesini, istediği yere açılmasını mümkün kılan düzen değişmedikçe gıda fiyatları düşmeyecek. Büyük şehirlerin yakınları üretim alanları olarak değil inşaat alanları olarak kullanıldıkça, yani büyük şehirlerdeki kalabalıkları besleyecek gıda ürünleri çok uzaklardan nakledildikçe gıda fiyatları düşmeyecek. Üretimi değil ithalatı destekleyen, doğru üretim politikalarının oluşması için neredeyse hiçbir şey yapmayan iktidar değişmeden gıda fiyatları düşmeyecek.
Fiyat istikrarını sağlamak deyince aklına ceza kesmek ve ithalatı arttırmaktan başka bir seçenek gelmeyenler, yani sorunun kaynağı olanlar sorunu çözemeyecek, çözüm diye ortaya attıkları yöntemlerin işe yaramadığı bir kez daha görülecektir.
Yaşadığımız ekonomik kriz de gıda fiyatlarındaki artış da salgının yarattığı sorunların doğru yönetilmeyişi de kaderimiz değildir. Asıl sorunları gizlemek için önümüze konulan yapay gündemlerin esiri olmaz, halkın sorunlarının çözümü için hep birlikte mücadele edersek bu düzen değişecektir.