Hangi dilde acı çeker insan? Bir insan, evladına hangi dilde gözyaşı döker, hangi dilde yakar ağıdını? Hangi dildir ki evladını kaybedenin acısını dile getirdiği kelimeleri birleştirip merhem olup dindirsin acısını?

Hangi dindir bir annenin acısına derman bulacak duaları derleyip toplayıp döksün eteğine. Evladını kaybeden anne sarsın o duaları sarmalasın bir avuç etek parçasında, yarınlar için diğer evlatlarına umut olarak yeşertsin. Hiçbir şey yapamasa bile bir zeytin ağacı dikecek kadar umut bıraksın hala yaşayan çocuklarına.

İki kelimeye sığdırıyoruz her şeyi, ya da tek kelime ile bittiğini sanıyoruz yaşananların. Şırnak’ın falanca ilçesinde on yaşında bir Cemile öldü. 2015 yılında bir Cemile iğrenerek baktığımız bu dünyaya iğrenecek kadar zaman bulamadan öldü. Hani öyle hastalıktan falan değil. 2015 yılında evlerinin önüne isabet eden havan topu yüzünden öldü. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle çağrılan ambulans gelmediği için aile iki gün boyunca derin dondurucuda sakladı kızlarını. Öpüp koklamaya kıyamadıkları çocuklarını yıkadılar önce, sonra kına yaktılar ellerine ve saçlarına. Bizlerin sadece adını duyduğumuz ya da kimimizin adını bile duymadığı Cemile iki gün boyunca derin dondurucuda saklandı.

Cemile gibi birçok  çocuk birçok kadın öldürüldüğünde, öldüğünde sonunu ırka, milliyete, dile, kültüre, dine, siyasete bağlayanlar yüzünden bugünleri yaşıyoruz. Sosyal medya fenomenleri, siyasetçiler, muhalefet partileri, kadınlar çocuklar diye ortalıkta afili laflar edenler, işin içinde devlet olunca görmezden geldiği için, birçok olayın sanki sıradan ve her zaman olabilecek bir şeymiş gibi üstünün kapatılması görmezden gelindi. Bizlerin de öyle yapması için ellerinden geleni yaptılar.

Herkes bir ucundan tuttu ölen bedenimizin, birinin eline Kürt olanın kolu düştü, birinin eline Türk olanın bacağı, biri Kemalist olanın kalbini söküp aldı, bir diğeri eşarpla kapadığı başına Müslüman diye sahip çıktı. Biri Ermeni diye sustu, diğeri gavur terörist dedi, biri ‘Oyy dayê’dedi diye bir diğeri öyleyse oh çekti. Ölen bedenlerimizi bile bin parçaya bölüp paylaştılar da, kimse neden öldük diye sorup sorgulayıp, ölmeyelim diye çaba harcamadı, katillerimizi ve yargılamayanları aramadı, sormadı, görmedi…

Bugün sokak ortasında yaşadığımız birçok ölüm, taciz, tecavüz, kavga, bıçaklama, silahla yaralama olaylarına denk geldiğimizde açık kalan ağızlarımız, dün kapadığımız çenelerimiz, gözlerimiz, tıkadığımız kulaklarımız yüzündendir belki de. Dün ölenleri dine, milliyete, kültüre, dile göre sahiplendiğimiz için bugün ölülerimizin katillerini bulamıyoruz. Dün yukarıdan gelen bir ”teröristti” kelimesi yüzünden yargı, adalet denen şeyi rafa kaldırdığımız için bugün katillerin ya cesetlerini topluyoruz ya da serbest bırakılmalarını izliyoruz sessizce.

Dün sustuğumuz tüm cenazeler bir bir geliyor önümüze. Ben de vardım der gibi dikiliyor karşımızda. Dün o partiden bu partiden, bu dilden, bu dinden demeyip ayağa kalksaydık bugün kimse ayaklanmıyor diye tek seçeneği ülkeden gitmek olarak görmezdik. Dün bize dokunmadı diye sustuğumuz yılanlar ülkeyi ele geçirdi. Dün Ceylan Önkol ve Cemile Çağırga’da sesimiz çıksaydı bugün İstanbul’un göbeğinde gencecik çocukların uzuvlarını toplamıyor olacaktık. Dün sustuğumuz için bugün hapishaneler katiller, sapıklarla değil devletin kendi inisiyatifiyle terörist dediği düşünce suçluları ile dolu olduğu için bizler bugün sapıklar, katiller, tecavüzcülerle aynı havayı soluyup kazara ya da öz savunma gücümüze göre hayatta kalmak zorundayız.

Hadi her şeyi bırakalım ve yakın tarihe dönelim. Bizler pandemi bahane edilerek hasta tutukluları, düşünce suçluları yerine bin bir türlü suç kaydı olanların toplum içine salınmasına ses çıkarsaydık bugün bilmem kaç suç kaydı olan insanların işlediği suçların çeteresini tutuyor olmayacaktık.

Şimdi size soruyorum bir anne hangi dilde ağlar? Evladını kaybeden bir annenin hangi ırktan olduğuna göre değişir mi evlat acısı? Bir annenin evladı bir evladın annesi olarak soruyorum biz kadınlar bu kadar katilin, tecavüzcünün, sapığın içinde hem kendimizi hem de çocuklarımızı nasıl koruyacağız?