Upuzun bir yaz arasından sonra işte geldim buradayım.
Gazeteye en son yazı gönderdiğim tarihin üzerinden sanırım iki aydan fazla zaman geçti.
Bu uzun teneffüsün sebebi neşeli yaz günlerinin verdiği rehavet değil.
Başka bir işle meşgul olmak da değil.
Hastalık, kaza falan da gelmedi başıma.
Başımı döndürecek, ayaklarımı yerden kesip beni her tür gündemden uzaklaştıracak bir aşk da değil.
Gözlerim bozulmadı, ellerim parmaklarım sağlam, kırık dökük de olsa hala tuşları çalışan bir laptop'ım da var.
Ama işte galiba Can Yücel’in yazdığı gibi: "Şiirlerinde küfür etme diyorlar usûlsüz, bu kadar orospu çocuğunu nasıl anlatayım küfürsüz" durumu oldu.
***
Şimdi gazeteciliğin eski, tozlu, hantal raflarında kalan amcalarım ve teyzelerim rahatsız olacak ama tekrar ediyorum, bunu ben değil Can Yücel söylüyor.
Ben küfür ve argonun da dile dahil olduğunu düşünenlerdenim.
O yüzden bazen taşı gediğine koymak gerekirken içimdeki sokak çocuğuna engel olamıyorum.
Bundan rahatsız olanlar varmış, duyuyorum.
Hatta beni gazete yönetimine şikayet edenler.
Bu satırların yer aldığı gazetenin ne kadar özgür ve bağımsız bir platform olduğunu anlamayanlar.
***
Neyse işte epeydir yazmama sebebim hiçbir zaman mesleki kariyerimi bir profesyonel gibi yönetememem aslında.
Mantığının değil duygularının yönettiği bir amatör gazeteciyim ben.
Çok ünlü ve çok zengin, bana göre sözde gazetecinin bir gün bana söylediği gibi bu yüzden en fakir köşe yazarıyım.
Benimle böyle alay eden birkaç isim daha var. “Bildiklerini, şahit olduklarını yazsan hepimizden ünlü olursun. Ama aptalsın. Bir gün bu mesleği bıraktığında tanık olduklarını yazmadığın o insanlar senin yüzüne bile bakmayacak” cümlesini de duydum ben.
Bu sözde çok ünlü isimlerin nazarımda zerre değeri yok. Hiç olmadı.
Mesleklerini, itibarlarını paraya satmış soytarılar. Varsın çok zengin olsunlar. Kimsenin gülmediği palyaçolar.
***
Dur şimdi nereden geldik buraya… Ha! Benim çok üzülüp çok gerildiğimde yazı yazamamama geleceğiz aslında… (Ne çok ma!)
Göğüs kafesimi bir elin yarıp ciğerimi söktüğü kayıplarımda tek kelime yazmadım mesela ben.
Yirmi yıldır her şeyimi paylaştığım canım okur dostlarım çok iyi bilir.
Ne babamın, ne annemin ardından tek kelime etmedim ben.
Ellerime lime lime dökülen kalbimin tarifi yoktu çünkü…
Hissettiklerimi anlatmaya ne 29 harf yeterdi ne dünyadaki herhangi bir dil…
Öyle pamuklara sarılı değil, hem anne hem babayla kavga dövüş geçmiş bir hayat…
Çocukluğumdan bir başlasam, hiçbir kitabın sayfası, dinleyen hiçbir kimsenin sabrı yetmezdi.
Karşılıklı yediğimiz gollerle, keşkelerle, ama dışarıdan tanık olan hiç kimsenin anlayamayacağı tanım dışı güçlü bir sevgiyle geçmiş tuhaf bir aile tablosu.
***
Sonra hayatımın iki büyük travması daha… Yine eski okurlarım çok iyi bilir.
13 yıllık yol arkadaşım kedim Cacık ve 9 yıl koynumda yaşayan dana kızım, köpeğim Ayşe…
Onların gidişiyle ilgili de tek kelime yazmadım.
Yetmiyor. Ne desem yetmiyor.
***
İşte şimdi de öyle…
Büyük bir kayıp yaşıyorum.
Hiçbir zaman ülkücü, milliyetçi bir insan olmadım. Kendimi bir ırka, bir ülkeye değil sadece bu dünyaya ait hissettim. Başka türlü düşünmemi gerektirecek bir korkum olmadı hiç.
Ama şimdi çok başka duygular içindeyim.
Ülkem, ülkemi var eden, kazanılan, bu toprakların zeminini oluşturan değerler elimin altından kayıyor.
Maddi manevi bu ulusu ayakta tutan her değerin, demokrasinin, cumhuriyetin, tarihin, toprağın, ormanın, yeşilin, hürriyetin, eğitimin, hukukun, adaletin altına döşenmiş dinamitler bir bir patlıyor.
Benim gibi endişe içinde olanlar, ülkesine, cumhuriyete, demokrasiye sahip çıkanlar çoğunluk evet… Ama altında toplanacağımız bir çatı yerine bize sunulan , hesabı kime kitleyeceğini tartışanların kıçı kırık masası.
***
Biz bunu hak etmiyoruz.
Biz bu kadar üzülmeyi hak etmiyoruz.
Biz şu mevcut siyasetteki hiçbir ismi hak etmiyoruz.
Yok ya hu! Yanlış söyledim.
Altılısı, tek adamı…
Asıl hiçbiriniz bizi hak etmiyorsunuz!