Hangi türkünün telinden tutsam saçımın bir teli dile geliyor.

Kadınların en çok saçları konuşur, bir o kadar susar kalbi, yavaşlar. Yıllar önce bir kadın arkadaşım “Merak etme kalpte olan morluklar da iyileşirken yeşile döner, unutmasan bile alışırsın” demişti. Kalbimizin hangi morluğuna dönsek yeşile yüz tutmuş yerini yeni allara, morlara bırakmış. Kalbimiz aşktan atsa keşke, yerine sığmasa o heyecanla sarıp sarmalasa tüm organlarımızı.

Her kadın bir hikayesini anlatsa, gelecek nesillere acılarla dolu ama ders niteliğinde bir ya da bir sürü ansiklopedi yazılır. Her bir hücremizden gül kokulu göz yaşları damlatıyoruz yürüdüğümüz yollara. Her birimiz bir diğeri için ufacık ekmek kırıntıları bırakıyor, aynı yollardan geçecek olan kız kardeşleri görsün, bilsin, duysun gerçek yolu bulsun diye. Birçoğumuz benzer acı hikayelerden geçiyor, kimimiz güçlenerek kendi hikayemizi yazıyor, kimimiz ise tükeniyoruz yarı yolda. Kırık kanatlarımızla uçmak zor, morları yeşile döndürürken çekilen acı kanat çırpmayı öğrenmenin yavru kuşta hissettirdiği duygu gibi. Canımız yanıyor, kanatlarımız kırıldı kırılacak, olurda kırılmadan mor salkım ağacından her dem yeşil ağaçlarına ulaşırsak ne türküler söyleyeceğiz, sadece kendimize güzel olan sesimizle.

“Beşik kertmesiydim verdiler beni, töre bozulmazmış sürdüler beni

Yirmi Beş külfetle yordular beni, Nisan yağmurunda sel vurdu beni

Kaynanam Halamdı taraf çekmezdi, bu da benimdeyi dönüp bakmazdı

Çok hizmetin ettim yine bilmezdi, selvinin başında dal vurdu beni

Dört çocuk öldü de ana olmadım, ayıbıdı hiç başına varmadım, ne olsa da hiç işimden kalmadım

Gene ne yaptıysa dil vurdu beni.

Telefon yoğudu mektup gelmezdi, oturup ağlardım kimse bilmezdi

Medine isterdi ölüm gelmezdi, ataşım yanmadan kül vurdu beni.”

Kaç yıl önce yayınlandığını bilmiyorum ortalama yetmiş yaşlarında bir kadın bunu yazmış ve söylemiş. Videonun sonunda kendi şivesiyle” Dert adamı şair eder, ne olacak. Çocuklar öldü, gurbetlik vardı, cezam çoğudu, ölülerimiz çoğudu derken olduk şair” diyor Medine Teyze.

Her birimizin yazılmasını istediğimiz, yazmaya cesaret edemediğimiz ya da yazıp okutmayı geçtim kendi yaşadıklarımızı okumaya gücümüz yetmediği için yaktığımız nice acılarımız var. Yazının bu kısmından bunlardan biri olan Güldünya’dan bahsedeceğim.

Yeni başladığım köşe yazılarımda sürekli yazdığım mailime ismini vermemi istemeyen bir okur önce hikayesini yazmış sonra altına şu cümleyi eklemiş, “Ben de kendi unutamadıklarımdan yazmak istedim. Belki yer verirsiniz ama lütfen adımı kullanmayın." Ben yazıda kendisinden Güldünya diye bahsedeceğim.

(Hem de böylelikle akrabasının cinsel saldırısı sonucu hamile kalıp 22 yaşında çocuğu Umut’u dünyaya getirdikten sonra öldürülen Güldünya Tören’i de anmış oluruz.)

Güldünya mesajında unutamadıklarını yazarken hala elinin titrediğinin altını çizmiş.

Benzer hikayeleri yaşayan bir kadın olarak okuması ayrı, kaleme dökmesi ayrı zor olacak benim için. Yaşadığımız ülkenin gerçeği mi yoksa algıda seçicilik dedikleri şeyi mi yapıyoruz aynı kaderi yaşayan kadınlar olarak, çok emin değilim. Sevgili Güldünya çocuk yaşındayken amcası tarafından cinsel saldırıya uğradığını yazmış. Söylemek istediğinde ise amcası tarafından tekrar aynı şeyi yaşatmakla tehdit edilince susmuş. “Susmak o kadar zordu ki, çoğu zaman içimden attığım çığlıklar içimi patlatacak sanıyordum” diyor Güldünya.

Güldünya Tören ile benzer hikayeleri paylaşıp şanslı olanlardan kendisi. Yaşadığı taciz sonrası aile bireylerinin psikolojik baskılarına dayanamayıp küçük yaşta evlenmiş. Küçük yaşta evliliklerin çoğunlukla hangi ülkelerde olduğunu yazmayıp, bizim ülkeye özgü deyip duvarın etrafından dolanıyorum, Güldünya'nın kısa hayat hikayesine yaşadığı cinsel tacizden kaynaklı evlendiğinde eşi ve eşinin ailesi tarafından da sürekli kendisinin suçlandığını yazarken, içinde büyük yer kaplayan ama yazıya dökülünce önemsiz gibi görülen cümleyi yazmış, "Sevgilimle bir şey yaşasam namus deyip yine beni vururlardı, amcam taciz etti ve namus denen şeyin üstü yine benim korumam gereken kızlık kanıyla kapandı çünkü artık kocam vardı." Evlenmekle bitmeyen sarmal, iki çocuk ve şiddetle devam eden hayat hikayesi var sevgili Güldünya’nın. ”Evlendikten sonra da  gülmedim fakat ölmedim de” diye belirtiyor. Onca yaşanan şiddet, istismar ve baskıya rağmen boşanmış, açık öğretim sınavını kazanıp sağlık teknisyeni olarak farklı bir yoldan devam ediyor hayatına sevgili Güldünya. Birçok kadının tükendiği yolda hala direndiğini yazmış. Sonuna eklemiş, "Ben o gün bugündür avazım çıktığı kadar bağırıp tacizine uğradığım kişiyi rezil etmek istiyorum, sonra bakıyorum, rezil olmaz ki. Bu toplum yine benim üzerime yükleyecek mutlaka bir suç bulur. Hiçbir şey bulmasa susmuş, demek ki rızası varmış, amca baba yarısıdır, kız baştan çıkarmasa olmazdı der ve yine kırarlar kanatlarımı”

Susmak mı iyi, yoksa avazın çıktığı kadar bağırmak mı ben de emin değilim ve sanırım avazım çıktığı kadar bağırana kadar hiçbir zaman emin olamayacağım.

Sustuğumuz, unuttuğumuz ya da alışmak zorunda kaldığımız (hatırlamak istemediğimiz) birçok şeyi bir arada derleyip toparlayıp yazdığı için sevgili Güldünya’ya teşekkürler. Onun nezdinde Güldünya Tören’i anıyor ve isimlerini yazsak senelerimizi alacak birçok istismar mağduru kız kardeşlerimin saçlarından öpüyorum…