İçinde olduğum koşulları düşünüp daralınca, ülke adına endişeye ve karamsarlığa kapılınca yaptığım bir şey var. Büyük Atatürk’ün bütün kurtuluş sürecini ilk ağızdan anlattığı Nutuk’un ilk üç sayfasını okurum. Samsun’a çıktığı günkü genel durumu ve ülkenin içinde olduğu koşulları özetler. O kadar kötü bir tablodur ki. O an orada olan birisinin 1199 gün sonra kazanılacak zafere inanması beklenemezdi. Ama o, zafere ve halkına inandı. İnanmakla kalmadı; çalıştı, çabaladı ve halkıyla birlikte başardı. 26 Ağustos sabahı başlayan Büyük Taarruz 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlandı ve alınan emir gereği ilk hedef olan Akdeniz’e doğru bir nehir gibi aktılar.
Afyonkarahisar’dan İzmir’e arabayla gelirken, o yollardan geçerken hep düşünürüm. Saatte 100 Km hızla, klimalı ve konforlu aracımızla giderken bile yaklaşık 4 saat süren bir yolu 30 Ağustos’ta düşmanın direnci kırdıktan sonra 10 günde nasıl geçtiler? Üstelik savaşarak, üstelik yaya, üstelik üzerlerinde tüm askeri malzemeyle ve üstelik zorlu arazi ve hava koşullarında. Bütün yoksunluklarına rağmen bunu başarmalarını sağlayan şey neydi?
Bunu sağlayan ilk şey haklı olmaları, bu ölüm kalım savaşında haklı olan yanda olmalarıydı. Ülkelerine pençelerini geçirmiş emperyalizme karşı mücadele etmenin haklılığıydı. Sonra inançlarıydı. Yurtlarına, kurtuluşa, özgürlüğe, bağımsızlığa ve başkomutanlarına olan inançlarıydı. Adanmışlıklarıydı.
Haklıydılar ve inanmışlardı. Ama bunlar yetmezdi. Sadece inanarak, sadece haklı olarak bir iş başarmak, bir zafer kazanmak mümkün değildi. Haklı ve inanmış olmalarının üzerine koydukları şey çok çalışmalarıydı. Azimle, vazgeçmeden, bana ne demeden çalışmalarıydı. Cepheye taşıyacağı tek bir kurşunun bile değerli olduğunu, dikilecek bir metre bezin, yürünecek bir adımın bile önemli olduğunu bilerek çalışmalarıydı. Ve sonra cesaretleriydi. Sadece ölüme karşı cesaret değildi gösterdikleri. Yokluğa, yoksulluğa, yengilerle kırılan özgüvenlerine karşı gösterdikleri cesaretti.
Bugünlerde Cumhuriyet ikinci yüzyılına girerken Cumhuriyet’i yıkmaya ya da kendilerince bir hale sokmaya düşünenlere karşı mücadele ederken de Zafer’in bize öğrettiklerini hatırlamamız ve umutsuzluğa kapılmamız gerekli. Çünkü; bugün 19 Mayıs 1919’daki manzara-i umumiyeden daha kötü bir yerde değiliz. Bugün daha yoksul değiliz. Bugün özgürlüğe, bağımsızlığa, demokrasiye ve Cumhuriyet’e inanan daha çok kişiyiz. Bugün kendisini yetiştirmiş, yüzü dünyaya dönük, üreten, okuyan, araştıran yepyeni bir genç kuşağa sahibiz. Bugün kazandığımız zaferlerin bize verdiği gururla doluyuz. Ve çünkü “umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır” sözünü daima hatırımızda tutuyoruz. O yüzden bugün türlü bahanelerle zafer ve bayram günlerinin kutlanmasını engellediğini düşünenler şunu bilmelidir: Bu millet kurtuluşu Büyük Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının önderliğinde sökerek aldı. Bağımsızlığı da özgürlüğü de vatanı da kendi elleriyle kazandı. Kazandıklarının bedelini canlarıyla ödedi. Bu şehrin insanları kurtuluş gününde asmak için sakladıkları kırmızı ve beyaz bezlerden bir gecede yaptıkları bayraklarla şehri donatmayı bildi. Öyle olduğu içindir ki Cumhuriyeti ve kazandırdığı özgürlük ve bağımsızlığı yok saymaya çalışanlar yolcu, Cumhuriyet ve onun kurucusu Büyük Atatürk ve ilkeleri hancıdır.
Tarih de talih de haklı ve onurlu mücadele verenlerin, yılmadan mücadele edenlerin, özgürlük ve bağımsızlıklarını savunanların yanındadır.
O halde yürümeye devam…